Tiyatrocularla operacılar savaşı

14 Ağustos 2009 Cuma

Yaz aylarında İtalya'nın hemen hemen tüm kentleri büyülü bir festival alanına dönüşüyor. Spoleto, Verona gibi anlı şanlı şölenlerden, en ufak kasabalara dek uzanan bir zincirin halkaları… Bunlar arasında Pesaro'daki Rossini Festivali'nin çok ayrı bir yeri var. Müzik ve opera festivalleri arasında belki de en bilimsel olanı, araştırmaya, incelemeye en geniş yer ayıranı…

Pesaro, Adriyatik kıyısında sıradan bir tatil beldesi. Ancak İtalyan operasının en önemli bestecilerinden birinin, Rossini'nin buralı olması, Rossini Müzik Akademisi, Rossini Araştırma Merkezi gibi kurumlar kente farklı bir kimlik kazandırıyor. Bu yıl otuzuncu yıldönümünü kutlayan Rossini Festivali’nden bir davet almamla, kendimi orada bulmam bir oldu.

Rossini (1792-1868) en çok "Sevil Berberi" eseriyle tanınır ama 40 kadar operası var. Bunların çoğu "Opera bufa" yani "hafif opera". Yaşadığı dönemin en popüler bestecilerinden… Müziği hafif, uçarı, fazlasıyla melodik… Emprezaryoların ve operaların siparişlerine zor yetişiyor. O günlerde, Rossini eserleri günümüzün televizyon dizileri gibi izleniyor. Hem İtalya’nın çeşitli kentlerinde hem Viyana, Paris, Londra'da oynanıyor… Operalarından kimi günümüze dek aynı popülariteyi koruyor, kimi birkaç oynanıştan sonra unutuluyor… Sevgili Leyla Gencer, o unutulanları ortaya çıkarıp yeniden geniş kitlelere sunmakta önemli bir rol oynamıştı. Pesaro'da onu sık sık anacaktım.
 

Zafer mi, skandal mı?

Bu yıl festivalde izlediğim üç Rossini operasından beni en çok etkileyen "Zelmira" oldu. Usta şef Roberto Abbado yönetimininde Bologna Opera Orkestrası ve Korosu'nun yorumladığı eserde birbirinden ünlü seslerin rol almaları; kısa bir süre önce İstanbul Festivali'nde dinlediğimiz Perulu muhteşem tenor Juan Diego Florez (Ilo rolünde) Amerikalı mezzosoprano Kate Alrich (Zelmira), Amerikalı tenor Gregory Kunde'nin (Antenore) başrolleri paylaşması artı bir mutluluktu… Hele çok katmanlı reji çalışması…

Oyun sona erdiğinde bu saydığım ve saymadığım tüm isimler uzun uzun ayakta alkışlanırken eseri sahneye koyan yönetmenin selama çıkmasıyla tüm salondan "Buuu" seslerinin yükselmesi bir oldu. Yani "Yuh"un İtalyancası…

Şimdi başa dönebilirim: Konusu, Antik Yunan'da Lesbos-Midilli adasında geçen operayı günümüzün en heyecan verici tiyatro yönetmenlerinden Giorgio Barberio Corsetti sahneye koymuştu. Eseri günümüze taşımış, baştan sona savaş karşıtı, baskı ve şiddete meydan okuyan bir yorum getirmişti. Kostümler çağdaştı. Koro, ülkesi, milliyeti belirsiz askerlerdi. Antik Yunan'daki, iyilerle kötülerin savaşı, günümüzün işgallerine, iç savaşlarına, çıkar kavgalarına, sömürü ve baskı rejimlerine, iktidar kavgasına dönüşmüştü.

Yönetmen Corsetti aynı zamanda mimar ve sahne tasarımcısı. Sahne gerisine meyilli yerleştirdiği ayna işlevi gören bir fonda, dört saatlik opera boyunca savaşın görülmeyen yüzünü de gösteriyordu bize: Yani o acımasızlığı, toprağa düşen ölüleri, kan banyosunu, işkenceyi, kayıplarını arayanları, cesetleri gömenleri, o korkunç acıları… (Bütün bunlar sahne altında yerde oluyordu, ama biz bunları "aynadan", yani sahnenin arka fonundan izliyorduk.)

Bence muhteşem bir yorumdu. Çok anlamlıydı. Bir gün sonra İtalyan basınına göz attığımda bu kanıda yalnız olmadığımı gördüm. 30 eleştiriden (yanlış okumadınız, ertesi gün 30 kadar gazetede eleştiriler vardı) kimi "Zafer", kimi "Skandal" diyordu. İtirazın çoğu bu mizansenin, müziği ve sesleri dinlemeyi zorlaştırmasıydı.
 

'Opera buffa'

İzlediğim iki öteki opera da Rossini'nin "hafif operaları"ndandı. Ve ikisini de yine iki tiyatrocu sahneye koymuştu. Ancak ciddi operaya "müdahale"ye getirilen itiraz onlara getirilmeyecekti. Ciddi opera izlerken opera fanatikleri her şeyden önce sesleri ve müziği önemsiyor, sahnelemede en ufak "yenilik"te tedirgin oluyor. Bu da bir kez daha bana İtalyan izleyicilerin opera konusunda ne denli tutucu olduklarını gösteriyordu. "Zelmira" yorumunu çok beğendiğimi söylediğimde aldığım yanıt hiç şaşmadı: "Sen, tiyatroya operadan daha yakınsın da ondan!"

Claudio Scimone'nin yönettiği "La Scala di Seta" –"İpek Merdiven"i İtalyan yönetmen Damiano Michieletto sahneye koymuştu. Eseri günümüze taşımıştı. Hani sinemad, Lars Von Trier'in, "Dogma Akımı"yla getirdiği stüdyo–dekor ve ışık anlayışını opera sahnesine uygulamıştı. Ve bence bu uygulama, her şeyi yanlış anlayan uşak, âşık kovalama temalarına dayanan farsı daha da gülünç kılıyordu. Rus soprano, dinamizmiyle günümüzün modern genç kızlarına taş çıkaran Olga Peretyatko ile uşak rolünde bariton Paolo ve Bordogna’nın sesleri ve oyunculukları beni kolay kolay terk etmeyecek.

"Kont Ory" adlı öteki opera bufanın yönetmeni ise ünlü İspanyol yönetmen Lluis Pasqual'dı. Çok sevilen 2003'ten beri tekrarlanan bu prodüksiyon ötekilerin "yeni" ve "yaratıcılığı" yanında bence eskimişti. Günümüzde çok revaçta olan Çinli tenor Yijie Shi, kont rolü için iyi bir seçim miydi, ondan da kuşkum var...

Üç temsil sonunda kıskançlıklar torbam biraz daha ağırlaşmıştı… İçindekileri şöyle özetleyebilirim.

- En sıradan minicik bir kasabanın sanatçısına verdiği önemle farklı kimlik kazanıp dünya milletlerini ağırlaması…

- Böyle bir festivalin sadece sponsor ve yerel yönetim tarafından karşılanması…

- Onlarca ulusal gazetenin, her temsile yer veren en az ikişer kültür sayfasının olması…

- Alkışlama ve yuhalama özgürlüğü; yine de bu insanların birlikte yiyip içip konuşabilmeleri…

- Niteliğin en yüce erdem sayılması…

www.zeyneporal.com



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları