Tarih yazmayı sürdürüyoruz hep

15 Ağustos 2017 Salı

Pazar günkü gazetelerde küçük bir haber vardı: “4x100 metre bayrakta tarih yazdık.”
Londra Dünya Atletizm Şampiyonası’nda 4x100 bayrak yarışında finale kalmıştık.
Garip bir milletizdir biz. Spor alanlarında, “Galip sayılır bu yolda mağlup” tesellisine muhtaç olmaktan kurtulduğumuz zamanlarda hep “tarih yazarız”.
Yine de haberi önemsedim.
- Bak bu gerçek bir başarı dedim.
Gerçi daha iki gün önce Azerbaycanlı Ramil Guliyev 200 metrede ipi göğüsleyip dünya şampiyonu olarak kürsüye çıkıyor, ulusal marşımızı çaldırıyordu. Onun yanı sıra da Kübalı Yasmani Copello 400 metre engellide Türkiye adına dünya ikincisi oluyordu.
Haberi ilk okuduğumda, finale kaldığımız 4x100 yarışının, bu kez “devşirme” “atletlerimiz!”in bireysel başarıları değil, takımımızın kolektif performansı söz konusu olduğu için gerçekten iftihar edilecek bir başarı olduğunu düşündüm.
Sonra takımı baştan sona okuyunca durum anlaşıldı. Finale kalan takım şu isimlerden oluşuyordu: Ramil Guliyev, Yiğitcan Hekimoğlu, J. Ali Harvey, E. Zafer Barnes.
Adları okuyunca, takımın en az dörtte üçünün yine devşirme olduğu görülüyordu.
4x400’de piste çıkan gerçek yerli malı milli takım ise koştuğu yarışta sonuncu olarak elenmişti.

***

Yine de bir tarih yazılmıştı, ama acaba tam olarak ne yazılmıştı?
Bu kez, Türkiye’nin armasını taşıyan devşirme veya kiralıklar Türkiye adına tarih yazmışlardı. Bu başarının toplumsal iftiharı hangi topluma aitti?
Antikçağlardan beri, savaş sanatıyla yakın ilişkisinden dolayı egemenler de, toplumları da spora büyük önem verdiler. Durum modern çağlarda da sürdü, bu defa artık spor toplumların refah ve uygarlık gösterisindeki propaganda aracıydı. Bu yönüyle olduğu kadar, çağcıl kitlelerin toplumsal afyonlarından olması bakımından da, otoriter ve totaliter rejimler tarafından bolca kullanıldı ve kimi zaman da bu kullanım ters tepti.
Üstün aryen ırk zırvasının peşindeki Hitler, 1936 Berlin Olimpiyatları’nı Nazi rejiminin propagandası açısında etkili bir silah olarak kullanmak için her türlü hazırlığı yapmıştı. Oyunlar başladığında, ABD’li “aşağı ırk” mensubu zenci Jesse Owens, 100, 200, 4x100 bayrak ve uzun atlatmada birinci gelerek, dört altın madalyayı birden alıp, Nazi diktatörünü morartıyordu.
Ne gariptir ki, o gece bu zafer şerefine Berlin’deki Amerikan elçiliğinde verilen diplomatik resepsiyona, zaferin mimarı Owens davet edilmemişti. Ne de olsa 1930’larda ırkçılık konusunda kimsenin eli temiz değildi.

***

Toplumların sporu propaganda aracı olarak kullanmaları günümüze kadar sürdü. Artık spor, milyarların döndüğü bir sanayi alanı ve bir gösteridir.
Osmanlılar döneminde de Cumhuriyette de, Türkiye’nin bir dönem güreş dışında hatırı sayılır sportif başarıları olmadı.
Cumhuriyetin spor alanındaki bilançosunun genelde negatif olduğu söylenebilir.
Bu durumu tersine çevirip uluslararası alanda bayrak gösterme başarısını ilk kazanan uyanık Turgut Özal oldu.
Özal, Bulgarların yetiştirdiği bir sporcu olarak dünya markası haline gelen Naim Süleymanoğlu’nu Sofya’ya para ödeyerek, milli takıma tansfer edip devşirme sporcular dönemini başlattı. Bu dönemin öncüsü Naim Süleymanoğlu hiç değilse Türk kökenliydi. Ondan sonra, birçok renkten, ulustan, ırktan, kavimden devşirme sporcular, bizim adımıza zaferler kazandılar, bayrağımızı şerefle dalgalandırdılar.
Bunları ne toplumumuz doğurmuş, ne de toplumumuz yetiştirmişti.
Ama olsun, yine de bu devşirmeler, bizim adımıza zafer kazanıyor, tarih yazıyorlardı.
Bir zamanlar Osmanlı’da da öyle değil miydi; devşirmeler, zaferlerimize imza atıp tarihimizi yazmıyorlar mıydı?
Neyse devşirmeler sayesinde, çok özendiğimiz Osmanlı’nın şanlı dönemine benzemiştik.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları