Bu çatışma kolay kolay bitmez

27 Ağustos 2017 Pazar

Almanya ile Türkiye Dışişleri Bakanları arasındaki tartışma gittikçe tırmanıyor.
Gün geçmiyor ki Alman Sigmar Gabriel veya Türkiye’deki muadili Mevlüt Çavuşoğlu karşılıklı birbirlerini suçlamasınlar.
Son olarak Alman Dışişleri Bakanı, hedeflerinin Türkiye olmayıp Tayyip Erdoğan olduğunu belirtmiştir.
Bu açıklamanın Ankara tarafından Berlin’in umduğu şekilde algılanması beklenmemelidir.
Ankara’da egemen zihniyet, Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin ta kendisi, Türkiye’nin varması amaçlanan değerleri kişiliğinde yansıtan bir ideal ve kutsal önder olduğudur.
Peki, Almanya’nın ve de genelde Avrupa’nın Erdoğan’ı nefretin hedef tahtasına yerleştirmesinin nedeni nedir?
Salt Reis’in iç politikada olduğu gibi diplomaside de gerginlik politikalarını çıkarına daha uygun bulduğundan, ileri geri konuşmasının devlet adabıyla bağdaşmayan davranışlarının yarattığı antipati mi? Yoksa ne yapacağı belli olmayan, tümüyle kontrolsüz bir güç haline gelmiş olmasının doğurduğu tepki mi?
Bunların her ikisinin de olumsuz Erdoğan imajının doğmasında payı olmakla birlikte, asıl neden daha derinde yatmaktadır.
Aslında Erdoğan şu anda Avrupa’yı Avrupa yapan ilkeler ve değerlere karşı, hem ülkesinde hem de dünya çapında savaş açmış bir liderdir.
Başka deyişle Erdoğan, Merkel’den çok “Avrupa değerleri”ne karşıdır.
20. yüzyılın daha birinci çeyreğinde başlayan Cumhuriyet devrimi ile Avrupa değerlerinin, Hıristiyan Batı dışında ülkeler için de geçerli olabilecek, oralarda da benimsenip yaşama geçirilebilecek evrensel değerler olduğu düşüncesini savunan Kemalizmi Türkiye’den silmek isteyen Erdoğan, kaçınılmaz olarak, Avrupa’yı oluşturan laik, demokratik ilke ve değerlerin de anti tezi haline gelmektedir.
Peki bu durumda Batı’nın bir ortak yapım olan, AKP ve Reis modeline destek vermesini nasıl açıklayacağız?
Olayın açıklaması basittir. ABD gibi, Avrupa’nın da Türkiye’deki iktidarın, rönesansın, aydınlanmanın, Fransız Devrimi’nin kısacası, çoğulcu demokrasinin kazanımlarını içselleştirmiş “Batılı” bir yapıda olup olmaması umurunda bile değildir. Onlar için dünyanın en kritik noktalarından birinde bulunan Türkiye’deki iktidarın, gerektiğinde, kesinlikle Batı’nın çıkarları doğrultusunda davranacak bir konumda, yani “Batı”cı olması ve bu konuda yalpalamayacağı hususunda güven vermesi yeterlidir.
Hatta bağımsız “Batılı” kafalı bir iktidar yerine, Batı’nın idealleriyle değil, emperyalist çıkarlarla bütünleşmiş “Batıcı” bir iktidar Batı tarafından tercih edilmektedir.
AKP bu tercihi yaşama geçirmek üzere dizayn edilmiş ve başta da Avrupa tarafında baş tacı edilmişti.

***

Ama modelin kendi iç dinamikleri, bir yandan Batı değerlerinin (aynı zamanda Avrupa değerleri olarak okunur) kendi ülkesinde antitezi olan yapının, Batı’nın çıkarlarının bekçiliğini başarıyla yürütmesini engellemiş ve denetim dışı davranış ve yönelişlerin benimsenmesi sonucunu doğurmuştur.
Bu durum, Mustafa Kemal’in evrensel olduğuna inandığı ve ülkesinde yerleştirmeye çalıştığı Avrupa değerlerinin anti tezi olan Tayyip Erdoğan ile eninde sonunda yolların ayrılmasını kaçınılmaz kılmıştır.
Hem Avrupa’nın kazanımları olan değerleri ülkesinde ortadan kaldırmaya çalışırken hem de Batı’nın çıkarlarının bekçiliğine talip olanlar da onları bu nedenle destekleyenler de bunun imkânsız olduğunu artık anlamışlardır.
Görülüyor ki Avrupa ile Erdoğan çatışması, dönemsel olmayıp yapısaldır ve kolay kolay da bitmeyecektir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları