Laiklik, inançta adalet demektir!

28 Ağustos 2017 Pazartesi

Dünkü yazımda bahsettiğim üzere 2013 yılında Diyanet’in etnik ve dinsel temelli farklılıklar karşısında, özellikle Güneydoğu (Kürtlük, Şafiîlik, Alevilik) bağlamında nasıl bir yaklaşım geliştirmesinin tartışıldığı çalıştayda katılımcıydım.
Çalıştayın tartışma gündemi kaçınılmaz olarak Diyanet’in farklı inançlar karşısındaki pozisyonu meselesine doğru daha genel bir çerçeveye genişledi.
Toplumun tüm farklılık ve çeşitliliğini kuşatabilecek, böylece herkes tarafından kabul görebilecek bir Diyanet mümkün müydü?
Diyanet, “adil” bir din kurumu olabilir miydi?

***

Belki” diyerek şu iyi niyetli “antropolojik” öneride bulundum:
Madem ki “Sünni-Hanefi” anlayışın hâkim olduğu bir Diyanet’in inanca eşit ve tarafsız, yani adil yaklaşabilmesine yönelik kuşkular var. Ağırlıklı olarak Alevi, bunun yanı sıra Alevi olmayan “seküler” kültürel dokulu yurttaşlardan, keza gayri- Müslim azınlıklar ve diğer irili- ufaklı inanç pratisyenlerinden de yükselen kuşkular...
Öyleyse Diyanet’i (bizde hiç olmayan) “karşılaştırmalı din çalışmaları” itkisiyle hareket edip bir “kültürel-evrensel” olarak her zaman-zeminde karşımıza çıkan “kutsal”ın farklı tezahürlerini yansıtan bir platform olarak düzenleyelim...
Dedim!..
Bunu dedikten sonra da Avustralya Yerlileri’nin “totemizm” inancından bahsettim. Fransız sosyolog Durkheim’in bu hususta hâlâ çığır açıcı niteliğini koruyan eserinden (“Dinsel Yaşamın İlksel Biçimleri”) ve onun totemizm örneği temelinde dinin başlangıcını “kutsal” arayışı ile ilişkilendiren yaklaşımından dem vurdum.
Ve Diyanet bünyesinde totemizmi dahi “değer”lendiren bir bakış açısı ve çalışma stratejisinin hayata geçirilmesi “hayal”ini ortaya attım.

***

Hemen kararlı bir rahatsızlık kendini gösterdi. “Din uleması” hüviyetine de sahip Diyanet yetkilileri, “Biz bunu kabul edemeyiz, çünkü bu putperestliktir” dediler.
Totemizm, akla İslam-öncesi “Cahiliye” dönemi Arap putperestliğini, daha “antropolojik” deyişle çoktanrıcılığı (“politeizm”) getirmişti.
Evet, uç bir örnek vermiştim, ama deşmek istediğim, “kutsal” tasarımının ve inanç pratiğinin her türlüsüne ne ölçüde açık olunup olunamayacağıydı.
Sonuç olumsuzdu. Ve eğer “Biz bunu kabul edemeyiz” deniyorsa inançta adaleti bu kurum bünyesinde hayata geçirme imkânı da yoktu.
Çünkü İslam temelli bu reddiye doğrultusunda Avustralya totemizminden Arap putperestliğine (çoktanrıcılığa), Zerdüşt Mecusiliğine, Arap, Türk ve Kürt Aleviliğine, nihayet Süryanilik ve Ezidiliğine açılan yelpazedeki her inanç, sadece derece farkı ile birbirinden ayrılmaktaydı. İslam karşısında mahiyetleri farksızdı.
Hak din, dolayısıyla yegâne “gerçek” inanç, İslam’dı.
O zaman, inançta adaleti, farklı din ve inanç sistemlerine eşit ve tarafsız yaklaşımı Diyanet marifetiyle sağlamanın olanağı yoktur. Zaten kurumun mevcut “mevzuat”ı da buna el vermemekte.

***

Dolayısıyla inançta adaletin yolu ancak laiklikten, daha doğrusu “çoğul toplum laikliği”nden geçer.
Çünkü laiklik, kökene gidildiğinde siyasete sirayet etmiş din ve mezhep temelli adaletsizliklerin üstesinden gelme, inanç çeşitliliği karşısında tarafsızlığı koruma, böylece sosyal barışı mümkün kılma yolunda bir çözüm olarak önerilmiştir.
Din ve inanç, çeşitlenir. Bir din ya da inanç, kendi içinde de çeşitlenir; mezhepler, cemaatler, tarikatler vs. olarak...
Bir ulus-devlet coğrafyasında kendisini gösteren din ve inanç temelli bu çeşitlilikler, eğer devletin bir inanç önceliği varsa, bu doğrultuda bir resmi kurumsallaşma da olmuşsa inançta adalet imkânsızlaşacaktır.
Dahası kendisini devletle aynı dini “meşrep”ten sayan bir dolu oluşum, tarikat, cemaat, çevre arasında, aynen bugün bu memlekette hepimizin gözü önünde olduğu gibi rekabet ve çatışmalar da yoğunlaşıp derinleşecektir.
Bundan tek kaçış ve çıkış yolu laikliktir.
Bir devletin inançlar karşısında eşit ve tarafsız davranma hususunda zafiyetini giderebilecek tek ilaç laikliktir.
İnançta adaletin imkânı, laikliktir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları