Bağış Erten

Yine mi bitti demeden...

06 Eylül 2017 Çarşamba

Aslında ilk bakışta birbirine çok benzeyen iki milli takımdı bunlar. Yerli oyuncu oynatmayan, gençlere pek güvenmeyen bir ligde forma giyiyorlardı ağırlıklı olarak. Maddi gücüyle övünen ama üretme konusunda kısır, işler iyi giderken her an panikleyebilen, çabuk ve basit hatalar konusunda hiç sıkıntı çekmeyen iki ‘kardeş’ takım... En iyi anlarında bile tam güven vermeyen, en kötü anlarında ise işlerin sarpa saracağını çok net hissettiren kırılgan cinsten... Kadrosu eksik ve zayıf, bütünlüğü sorgulanan, yıldızı olan, ama potansiyelle kinetik arasındaki fark açısından dertli...
Ama seri maçlar sonunda gördük ki durum hiç de öyle değil. Birbirlerine neredeyse hiç benzemiyorlar. Bir yanda arada panik olsa da, basit hataların yüzünden kendini zora soksa da, taş gibi bir takım. Her şeye hakim, ne yaptığını ve takımını çok iyi bilen bir koç. Eksikliklerini dayanışarak kapatmak için elinden geleni yapan bir ekip.
Öte yanda ise hep kaybetti derken, aslında her şey kötü gidiyor zannederken bir şekilde en karanlık dehlizlerde çıkış yolu bulan, zora girmeden değil imkânsıza yaklaşmadan kıpırdamayan bir oyuncu topluluğu. Aslında hâlâ takım değiller ama bu futbol takımının ilginç bir birliktelik olduğu kesin.
Kabul edelim, maç öncesi daha çok çaresizlik görünüyordu. Düşünün, Lucescu gibi bir kurt bile ne yapacağını şaşırmış gibiydi. Birkaç gün önce oynattığı oyuncuların ağırlıklı bir bölümünü değiştirmişti. Sanki Bundesliga’yı bu iki günlük arada izlemiş gibi Almanya kökenli oyuncuları boca etmişti. Kolay kolay başvurmadığı çift forvete dönmüştü. Kontrol değil, hücum diyordu! Hiç de olacak iş gibi durmayan bir şeyi oldurdu A Milliler. Doğrusu tam da beklemediğimiz yerden…
Oysa basketbolun kafası çok daha rahattı. Ayaklar yere hep sağlam basıyordu. Cedi değil Jedi vardı. Furkan gerçekten Korkmaz’dı. Sinan büyük kaptandı. Melih attığını vuruyordu. Uzun süredir oynamayan, sorunlu diye düşündüğümüz Semih bile takımın en dişli neferlerinden biri olmuştu. Somut konuşayım, 34 yaşında ilk kez böyle bir turnuva gören Erkan Veyseloğlu’na, neredeyse bütün Euroleague sezonunu kenarda beklemiş Barış Hersek’e bakın. Maçın döneceğini onlardan anlayabiliyordunuz.
Öte yanda ise kör topal umutlar hep bakiydi. Arda’yı, Burak’ı bir yüceltiyor, bir indiriyoruz. İniyordu kayık çıkıyordu kayık. İn çık, in çık... Zaman geçiyor, olmaz noktasına koşuluyor, tablo giderek kararıyordu. Ve derken… Bir atak, bir şut, geçen sezonun yıldızı Oğuzhan, en golcülerinden Cenk derken her şey toz pembeye kesiverdi gene.
Futbol da kazandı, basketbol da. İkisinden de hâlâ ümit kesilmemeli dedirttiler. Aslında biraz 1980’lerin Bay Yanlış’la Doğru Ahmet’i gibiler. Bir şekilde beraber yürüyorlar bu yollarda. Toprak aynı, şartlar aynı, yollar aynı. Ama zihniyetler farklı. İşliyor mu peki? Evet, ikisi de işliyor. Fakat birinde yürek pır pır, diğerinde gümbür gümbür. Kaybedebilirler miydi? Kesinlikle evet. Hak edip mi kazandılar. Sayılır. Ama gidiş yolları çok farklı. Doğru, bunlar aynı ülkenin, aynı topraklarda yetişen çocukları... Ama başka dünyaya aitler sanki!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bu sezon o sezon değil 2 Eylül 2018
Herkes biliyor 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları