Şerif Mardin

08 Eylül 2017 Cuma

Prof. Dr. Şerif Mardin, aynı dili konuştuğu çevreler tarafından lânetlenmiş, farklı dili konuştuğu çevreler tarafından yüceltilmiş bir sosyal bilimciydi.
Bir “muhafazakâr-modernist” olarak Mardin’in akademik ömrü, Osmanlı ve Cumhuriyet modernleşmesinin pozitivistjakoben karakterinin eleştirel çözümlemesi ve bunun karşısında bir “kültürel parametre” olarak değerlendirdiği dinin durumunu anlama çabasıyla geçti.
İşte bu çaba, onu aynen kendisi gibi modern ve seküler olan akademik meslektaşları tarafından dışlanan; Cumhuriyet modernleşmesine kültürel bir içgüdüyle direnen gelenekçi-mutaassıp kamuoyu tarafından da içselleştirilmeye çalışılan bir figür haline getirdi.
İlginç olan şudur ki Mardin’in sosyolojik, sosyo-politik ve sosyo-tarihsel araştırma konusu yaptığı olay, eylem ve şahsiyetleri “özneleştirme” noktasında onu lânetleyenler de, yüceltenler de buluşmuş, birleşmiştir!..
En fazla gürültü koparan çalışması, “Modern Türkiye’de Din ve Sosyal Değişme: Bediüzzaman Said Nursi Örneği” başlıklı kitabından hareketle bu söylediğimizi açabiliriz.
Bu çalışmada Mardin’in derdi, Said Nursi’den çok, onun üzerinden Osmanlı’dan Cumhuriyet’e siyasal geçişte Türkiye’de yaşanan toplumsal değişim sürecinin eleştirel çözümlemesine gitmektir.
Kitap, Türkiye’de Nurcu çevrelerde, daha genel olarak da İslami kesimde, henüz Türkçeye çevrilmemişken büyük heyecan ve coşkuyla karşılandı.
Ancak Türkçeye çevrilip yaygın şekilde okunabilir olduğunda ise isteneni vermekten uzak bulunup hayal kırıklığı yarattı.
Çünkü Nurcular için “özne” olan, Mardin için “nesne”ydi. Bir araştırma-inceleme konusu yani…
Said Nursi’yi hayatının öznesi yapmış insanlar açısından bu “özne”nin bir araştırmada “öne çıkarılması” heyecan yaratmış, ama bu öne çıkışın “nesneleştirme” suretiyle olması, onda umulanın bulunamamasına yol açmıştır.
Diğer taraftan Said Nursi’yi Cumhuriyet ve Kemalizm karşısında bir “düşman özne” olarak alımlayan bilim ve düşünce erbabı açısından da Mardin’in böylesi bir şahsiyeti araştırma nesnesi olarak dahi olsa öne çıkartması kabul edilemez olmuştur.
Bu çerçeveden, Mardin’in tüm çalışmalarının Türkiye’de laik Cumhuriyet karşıtı hareketliliklerin (“yobazlığın”, “gericiliğin” ) meşrulaşmasına, hatta AKP dinbazlığının konsolidasyonuna büyük katkı yaptığı ileri sürülmektedir.
Fakat yine çok ilginçtir ki Şerif Mardin’in onca çalışmasındaki pek çok kayda değer kuramsal ve kavramsal katkısı yanında onu herkesçe tanınır-bilinir (popüler) hale getiren “mahalle baskısı” tabiri, tam aksi istikamette bir duyarlılığı yansıtmaktadır!
2007 yılında bir gazete röportajında Türkiye’de AKP’nin politik öncülüğünde toplumsal alanda baskınlaşan muhafazakârlaşma karşısında laik kesimlerden yana bir endişeyi ifade etmek üzere kullandı bu tabiri o…
Kaderin garip bir cilvesi mi demeli?! Mardin, Kemalist modernleşmenin sıkı bir eleştirmeni vasfıyla akademik ün kazandıysa da AKP marifetiyle yaşanan muhafazakârlaşmanın “yumuşak başlı” bir eleştirmeni olarak toplumun zihninde yer etti, “popüler” üne sahip oldu.
Evet, Mardin Kemalizm’e eleştireldir ve bu, bazılarının onu Cumhuriyet’e ve Atatürk’e düşman saymasına yol açmıştır.
Oysa sakin bir okuma ile Mardin’in Atatürk’ü içerisinde yer aldığı hâl ve şartlar bağlamında tarihsel bir şahsiyet olarak değerlendirdiği, hatta gerektiğinde hakkını teslim ettiği fark edilebilir. Söz gelimi şu ifadeler onundur:
“Mustafa Kemal, var olmayan, hipotetik bir unsur olarak Türk ulusunu aldı ve ona hayat üfledi. Ne genel bir arzunun kaynağı olarak Türk ulusu, ne de bir ulusal kimlik kaynağı olarak Türk ulusu, o, böyle bir işe soyunduğu zaman mevcuttu. O, birlikte çalıştığı arkadaşlarından böylesi bir gelecek vizyonu ve bunu gerçekleştirme yolundaki isteğiyle farklılaşır.” (“Atatürk– Founder of A Modern State” içinde, A. Kazancıgil - E. Özbudun, 1981, s. 208-9).
90 yaşında hayata veda eden Prof. Mardin, 1923’te siyaseten kurulsa da sosyolojik kurulumu hâlâ devam eden Cumhuriyet Türkiye’sinin müstesna bir analistiydi.
Bu açıdan tarihteki yerini alacaktır.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları