Hikmet Çetinkaya

Anılarım kopuk kopuk...

10 Eylül 2017 Pazar

Ilık yapışkan fırsatlar gibi eylül, uykuda yanakları gül açan bir çocuk gibi sabah...
Kusursuz acının öpüşünü unuttururcasına insanı kucaklayan gökyüzü, güneşin ve rüzgârın kolllarında uyuyan bir çocuk.
Biliyor musun Ürgüp’te de bir başka doğuyor güneş, tıpkı İyonya’da olduğu gibi.
Ay gökyüzünde alışılmamış bir resim çiziyor ya, İstinye’nin lacivert sularına, Avonos’ta da öyle, ben de yeni fark ettim.
Akan uyku değil, bir çiçek atlasında ya da deniz suyunda çocuğun elinde hafif dünya gibi duran yaşam sevinciydi.
Düşlerimdeki köpükler yüreğimi acıtıyordu, demir alırcasına denizin orta yerinde dururken...
Bilinmeyen kentin kapısında gibiydim... Her şey kayıp gidiyordu avuçlarımın içinden.
Düşünceyle sözcükler arasına sıkışıp kalmıştım.
Yorgundum...
Çaresizdim...
Annem benim annelerim...
Terk edilmiş çocuklar gibiydim. Umudun peşinde koşuyordum.
Serin çiy taneleri altında ağırlaşan bir başağa benziyordum.
Kör ve hain terör dur durak bilmiyordu. Birer ikişer şehit cenazeleri geliyordu.
Anne beni dinler misin:
“Kim bilir kuşların öldüğünü
rüzgâr geçerken selviler arasından
sepetime diken gülleri toplayıp
annemin güzelliğine üzgün
kuşlar vurduğumu benim
çağlalar çaldığımı
kim bilir hâlâ nasıl süslüyor beni
o yusufçuk sesleri”

***

Gözlerinin renginde mavi mavi soluk alıp veriyorum...
Geçmiş yıllara doğru uzanıyorum.
Belki yarı aydınlık bir gecenin içinde; belki de taş avlulu bahçede açan eylül çiçekleriyle avunuyorum.
Kirpiklerim üşüyor benim...
Düşlerim darmadağın...
Karanlıktan korkuyorum.
Huysuzum benim, dağ çiçeğim.
Sana masallar anlatmak istiyorum.
Ucu denize çıkan yollarda değil, henüz adı konulmayan bir kentteyim.
Orada yaşayanları tanıyorum bir yerlerden.
Saçların rüzgârda uçuşuyordu. Şarkılar eşliğinde geçmişe yolculuk yapıyordun.
Ben ise derin, şaşkın bir akşamın içindeydim.
Benim ülkemde insanlar ölüyordu. Benim ülkemde taciz, şiddet, kadın cinayetleri almış başını gidiyordu.
İçimde kopan fırtına beni bir yerlere doğru sürüklüyordu sanki.
Ben kış güneşi altındaydım oldum olası. Erimiş karların camda kalan izleri. Tam bahara susadığımızda kaçıp giden zamandı.
Düşlerimiz künyelerde saklıydı bizim.
Çağlar boyu tutkularımız geçti...
Özlem eski hapislere benzetti bizi.
Taze sabahtan hüzünlü bir akşamın içinde kaybolup giderken mevsimler gibi çoğalıyorduk nedense!
Bir toplumdaki en önemli şey güven unsuru, toplum içinde yaşayan bireylerin kendi hak ve özgürlüklerine saygı duyulduğuna olan inançları değil midir?
Laiklik olmadan demokrasi olmaz ama demokrasi olmadan laiklik olur...
Demokrasi, hoşgörüye dayalı bir sistemdir. Yurttaşların bir kısmının daha üstün hak ve özgürlüklerden ya da ayrıcalıklardan yararlanması mümkün değildir.

***

Bizde nasıl işliyor demokrasi...
Herkesin kendine göre bir demokrasisi var.
Siyasal iktidarın sözcüleri ne diyorlardı?
Şunu:
“Başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Paris Şartı, Helsinki Nihai Senedi olmak üzere,Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin insan hakları alanında getirdiği standartlar hayata geçirilecektir.”
Bunlar siyasal iktidarın yani AKP’nin yaptığı açıklamalardır.
Evet, anılarım kopuk kopuk...
Düşsel bir yolculuğa çıkmış gibiyim...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları