İkarus bazen de gagalar

13 Eylül 2017 Çarşamba

Hem avukatlar hem sanıklar yine tane tane anlattılar.
Anlatılanlar Silivri’deki mahkeme salonunun beyaz parlak ışıklı tavanına yapıştılar.
Açık haki renkli duvarlarından aşağıya aktılar.
Ahşap görünümlü rahatsız sandalyelerinin altında biriktiler.
Roma sütunlu, yalandan Themis armalı, Türk bayraklı sahte bir dekorun vitrinindeki kürsüde...
Rahat koltuklarına gömülerek oturan ve önlerindeki koca bilgisayar ekranlarının arkasına saklanıp kim bilir hangi suçlarda kaybolan hâkimler ve savcılar...
Onlara anlatılanlara bir kez daha ölümüne sağırdılar.
Salona ve sanıklara ve o rahatsız dinleyici iskemlelerinde diken üzerinde oturur gibi oturanlara...
Ve adaletin kendilerinden artık çok ama çok uzakta olduğunu bildikleri halde erdemli bir ısrarla haktan ve hukuktan ve doğruluktan yana duranlara...
Uzaktan uzağa bomboş gözlerle baktılar da baktılar.
Tamamen uydurulmuş muazzam bir suçu önce içlerinden sonra dışlarından...
İçlerinden ve dışlarından ve içlerinden...
Bir temrin gibi, bir dua gibi, bir yemin gibi sayıklamaktaydılar.
Fikirleriyle zikirleri birdi, niyetleri baştan sona belliydi.
“Tutukluluklarına devam... Tutukluklarına devam... Tutukluklarına devam...”
“Delilleri karartabilirler... Kaçabilirler... Delilleri karartabilirler... Kaçabilirler... Delilleri karartabilirler... Kaçabilirler...”
Biz sanık sandalyelerinde ve izleyici sandalyelerinde ve kapı önlerinde ve evlerde ve adaletsizliğin olağanlaştığı ve sıradanlaştığı o tekinsiz evrende, asıl mesele ne, biliyorduk.
Hâkimdiler, egemendiler...
O güvensiz koltuklarda başlarına gelenlerden ve gelebileceklerden tüm emsalleri gibi ürkmekteydiler.
Gerçeklerden ve adaletten bağımsız bambaşka bir meselenin gölgesindeydiler.
O yüzden omuzlarında iktidardan bir şal, adalete ait ne varsa bir kez daha mezara gömmeye yeltendiler.
12 Eylül’ün 37 yıl sonraki yıldönümüne birkaç dakika kala faşizmin hukukla imtihanını sadık bir ısrarla ve daha da kötü notlarla tekrarladılar.
Ne gerçeklerle ne de gelecekle ilgilendiler; sadece ve sadece, yerle bir etmeye ant içtikleri güzel şeylere daha da bilendiler.
O gün o salonda gerçek gazetecilerle birlikte gerçek gazeteciliği de yargılayıp cezalandırmaya kalkışanlar, önlerindeki dosyalara ve arkalarındaki iktidara baka baka adaletten çok ama çok uzaklara gittiler.
Nihayetinde...
Cumhuriyet gazetesi davası ülkenin tarihinden, tutukluların hayatından, hukukun erdeminden ve hepimizin aklından şimdilik on bir ay çaldı.
Bu on bir ayın sonunda alınacak karar meseleyi nereye vardıracak kestirmek zor.
Belli ki iktidarın muhaliflerle görülecek daha epey davası var;
Ve belli ki, adaletin gözünde, otoritenin sözünü dinlemeyip bir kuş gibi yükseklere, ışığa, ateşe, güneşe uçanlar... Hepsi birer İkaruslar.
Ve belli ki o İkaruslar sadece uçar, iktidarı hiç gagalamaz sanıyorlar.
Tektanrılı dinlerin atası olan mitolojiler, tanrıları kızdıran ölümlülerin önünde sonunda cezalandırıldığını ve belasını bulduğunu anlatan hikâyelerle doludur.
Ama insanın atası olan şiirler tanrısızdır.
Mitolojinin belleğine, kuş tüylerinden yapılmış kanatlarıyla cesur ama yenik bir kahraman olarak kazınan İkarus’u kinayeli bir şekilde işaret eden şu hâkimler ve savcılar...
Gömüldükleri koltuklarda azıcık da şiir okusalar ve İkarus’la birlikte “Güneşe akın var, akın... Güneşi zapt edeceğiz güneşin zaptı yakın” dizelerini hatırlasalar...
Karşılarına kimi aldıklarını daha iyi anlayacaklar.
Çünkü bizim buralarda İkarus’lar hem ışığa doğru uçarlar hem de yollarına çıkanı fena gagalarlar.
Ve onları güçsüzleştiren tanrılara değil güçlendiren şairlere inanırlar.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yanık saraylar 4 Ağustos 2021
Patron çıldırdı 30 Temmuz 2021

Günün Köşe Yazıları