Muhalefetin bedeli

14 Eylül 2017 Perşembe

Hiç de kısa sayılmayacak yaşamımda üç rüyayı tekrar tekrar görürüm, daha doğrusu görürdüm.
Birincisi gençlik yıllarımda sıkça gördüğüm “uçma” olayıydı. Arada rüyalarımda sıkışık durumda kaldığımda bir tehlikeden kaçarken son anda havalanıp uçmaya başlardım. Kimi zaman da çabalar, yırtınır, bir türlü yerden yükselemezdim.
İkinci rüyam, okulu bitirdikten yıllar sonra, yeniden okula ve sınava çağırılmam olurdu. Nafile yırtınırdım:
- Ben okulu bitireli yıllar oldu, üniversiteyi bile tamamladım!
Üçüncüsü, birden kendimi yine hapiste bulma rüyasıydı.
- Hay Allah yine mi hapis? Ne zaman bitecek bu, diye sorarken evdeki yatağımda uyanırdım.
Artık ne uçuyorum, ne tekrar sınava, ne de hapse giriyorum. Hepsi geride kaldı.
Ama 11 Eylül Pazartesi daha önce geçirdiğimi tekrar yaşadığım bir “deja vu” günü oldu.
Cumhuriyetçi arkadaşlarımızın duruşması için Silivri’de olduğum pazartesi sivil vesayet döneminde yargıçların rütbeli üniformalarının olmayışı dışında, duygu ve düşünce açısından her şey askeri vesayet dönemlerindekinin aynıydı. Jandarmaların varlığı işin militer yanının eksik kalmamasını sağlıyordu.

***

Kolay değil, yaşananlar 35 yıl aradan sonra yineleniyordu.
35 yıl önce, yasal olarak kurulmuş toplantıları için gerektiğinde sıkıyönetimden izin çıkmış bir derneğin, ne zaman, nasıl, üyelerinin hangi fiiliyle illegal çizgiye kaydığı konusunda bir tek somut olay, kanıt, delil olmadan insanlar tutuklu olarak yargılanıyorlardı. Her şey çıkarsama yoluyla yapılıyor, mahkemenin sorduğu bütün sorular iddiaların abesliğini ortaya koyuyordu.
Bu kez Cumhuriyetçilerin yargılanmalarında durum aynıydı.
Geçenlerde, biri sordu:
- Bu davadan bir şey anlamıyorum. Bana anlayacağım şekilde özetler misin?
-Kolay dedim, yargılananlar, Cumhuriyet gazetesini Atatürkçü çizgisinden saptırıp FETÖ’cü rotaya sokmakla suçlanıyorlar bu iktidar tarafından.
Kızdı:
- Ben ciddi sormuştum, alay etmenin gereği yoktu!
Alay falan etmiyordum. Ben de başka ne söyleyeceğimi bilemiyordum. Sorulan sorular, bu doğrultudaydı. Ama tabii ki o da abes ötesiydi.
Galiba davayı en iyi özetleyen Kadri Gürsel olmuştu. Kadri Gürsel, pazartesi duruşmada, tutuklu olmasının nedenini gayet kısa, özlü ve anlaşılır biçimde açıklıyordu:
- Muhalif olduğum için buradayım.
Kadri Gürsel’i, Akın Atalay’ı, Emre İper’i, Ahmet Şık’ı, Murat Sabuncu’yu izlerken, “Ben bunları daha önce gördüm, yaşadım” diyordum.
Çağdaş ülkelerin insanlarının artık geride bıraktığı, tarihin derinliklerine gömdüğü acıları biz halen tekrar tekrar yaşıyoruz.

***

Pazartesi Silivri’de, eski bir oyunu tekrar izliyorduk ve yıllar önceki nakarat soru yineleniyordu:
- Bu duruşmanın sonunda tahliye çıkar mı?
Eski tecrübeme dayanarak aynı soruyu bana da sordular.
- İçeri alınmaları ile ilgili bir hukuki gerekçe yok ki, tahliyeleri için bir hukuki neden ileri sürebilelim, yanıtı verdim ve ekledim:
- Eskiyle bugünü karşılaştırmak mümkün değil, her şey eskisinden bin beter.
Bununla birlikte pazartesi günü Silivri’de mahkeme başkanı duruşmayı suhuletle yürütüyordu. Sorulan soruların anlamsız içerikleri olmasa her şey normal, hukuka uygun olarak algılanabilirdi.
Bütün bu görüntünün ardından eskiden yaşadıklarımla karşılaştırmak için elimde bir ölçüt var.
12 Eylül’de yargılandığımız Barış Derneği davasında, deliller toplanıp tanıklar dinlendikten sonra, tutukluluk hallerine son verilip bütün sanıklar salıverilmişlerdi. Bu daha sonra Askeri Yargıtay tarafından iki kez bozulacak mahkûmiyet kararlarına ve 38 ayı bulacak tutuklulukla infaz uygulamasına engel olmayacaktı, ama yine de arada görünüşü kurtaracak bir tahliye kararı çıkmıştı.
Bu dava da, kalan tanıkların dinlenmesinin tamamlanması için 25 Eylül’e ertelendi.
Bakalım o zaman kalan tutuklu sanıklar, tahliye edilecekler mi?
Sorum çok mu aptalca?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları