Adalet Yürüyüşü’ndeki o insanlar nerede?

17 Eylül 2017 Pazar

Bu böyle daha ne kadar sürecek? Her türlü kırmızı çizgi daha ne kadar böyle kör kör gözüm parmağına aşılacak?
Ayşenur Arslan dün Birgün’de kafasını çaresizlikten artık bir yerlere çarpmak isteğinden bahsediyordu.
Acaba kaç kişi böyle yaşananlar karşısında “kafasını bir yerlere vurmak”, “kafayı sıyırmak” duygusunu paylaşıyor?
Nuriye ve Semih 190 küsur gündür açlık grevindeler...
Sadece “işlerini geri almak için” başlattıkları açlık grevi sürecinde üstlerine yapıştırılmadık terör markası kalmadı.
Demir parmaklıklar ardındaki 4 aya yakın sürenin ardından nihayet sonunda perşembe günü duruşmaları yapıldı. Ama “yetersiz personel” gerekçesiyle duruşmaya getirilmediler. Gıyaplarında görülen davada “tutukluluklarının devamına” karar verildi.
Üç gün önce Silivri’de de “Cumhuriyet” davası vardı. Türk basını için bir tarihi “ibret vakası”na dönüşen, gazete haberleriyle manşetlerin yargılandığı davada, gazetecilik dışında faaliyetleri olmayan arkadaşlarımızın keza gene “tutukluluklarının devamına” karar kılındı.

Üstünler hukuku
Bu korkunç haftada tek... Fransız gazeteci Loup Bureau “makûs talihi” yendi. O da Macron sayesinde. Haziranda Habur kapısında “terör örgütüne yardım, yataklık” suçlamasıyla gözaltına alınan Bureau’yu -tüm dış haber kaynaklarının açıkça vurguladığı gibi- Macron’un telefonu kurtardı.
15 Ağustos’ta Türkiye Cumhuriyeti devlet başkanı ile konuyu telefonda özel olarak konuşan Macron, sonra akabinde ülkesindeki basına bir de “Dünya lideri olmak öyle dört kol çengi bir şey değil. Her on günde bir ben Erdoğan’la konuşmak zorundayım” diyerekten dert yanmıştı.
Fransız meslektaşımızın salınmasına kuşkusuz ki çok sevindik ama bu vesileyle tam dört dörtlük bir “üstünler hukuku” örneğini de gördük.
Gönül “hukukun üstünlüğünün” geçerli olmasını ve tüm masumların, tutuksuz yargılanabilecek tüm diğer tutsakların salınmasını isterdi.
Hafta bu kadarla bitmedi.
Son darbe ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun avukatı Celal Çelik’in gözaltına alınmasıyla geldi.
Vaktiyle “Hukuk bitti. Yargı Fethullahçıların eline geçti” diyerek hâkimlikten istifa eden hukuk adamı Çelik, kara mizah örneği olarak “FETÖ’cülükle” suçlanmaktaydı.
FETÖ’cülük irtibatlandırmasının gerekçesi, Digitürk üyeliğini iptal etmesiydi.
STV, Bugün gibi FETÖ’cü kanalların Digitürk’ten çıkartılmasının ardından Digitürk platformunu terk etmek, diğer deyişle “FETÖ bağlantısı tespit edilen pideciden pide ısmarlamak” örneğinde olduğu gibi bir suçluluk gerekçesi sayılabiliyordu.
Digitürk’ten çıkan herkes bu teamülle “FETÖ bağlantılı” olmakla sorumlu/suçlu addedilebilirdi.
Her biri kendi içinde çok düşündürücü ve bir hayli ürkütücü olan bu gelişmeler, sadece bir hafta içinde oldu.

Adalet atılan ‘zar’ gibi
Adalet bu şartlarda artık atılan bir zardan farksız. Kime “şeş”, kime “yek”in isabet edeceği belli değil. Başlı başına bu çok dehşet verici.
Bir o denli dehşet verici olan, bu denli göz önündeki hukuk dışılıklara kitlelerin büyük ölçüde kayıtsız kalması.
Dışardan Türkiye’ye bakanlar inanın trajik tabloyu bizden çok daha net görüyor. 2-5 Ekim tarihleri arasında İstanbul’da yapılacak olan Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’nun toplantısına bizatihi bu gidişat nedeniyle Avrupa’nın önde gelen işçi sendikaları katılmayacak.
Tepkiye gerekçe olarak Türkiye’de “basın özgürlüğünün” olmadığını ileri sürüyorlar ve ekliyorlar:
“Kış lastiğinin ne zaman kullanılacağını bile KHK’ler belirliyor. Bu iş çok ileri gitti. Akademisyenler artık pizzacılık yapıyor!”
Bizde kim, ne zaman acaba “Çok ileri gittiniz” diyecek?
Adalet Yürüyüşü’ne katılan o insanlara ne oldu? 40 derecede niye o yolu yürüdüler?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları