Hikmet Çetinkaya

Hayat...

23 Eylül 2017 Cumartesi

Güneş vurmuş gözlerinin içine. Gözleri ise hüzün yüklü...
Sanki yabancı bir mavi gibi...
Beyaz bir martı uçuyor başının üzerinde...
Ağaçlar kış örtüsüyle uyanıyor...
Kırık dökük düşünceler mırıldanarak anlatıyor...
Çocuk gülümsüyor...
Çocuk üşüyor...
Benjamin Peret’nin kuyrukluyıldızları şafak sökerken kaçmışlar gökyüzünden. Bir tozlu soluk onları uyandırabilir uykusundan... Bir tavus kuşu sesi öldürebilir...
Yaşamın olanca hüznü toplumu kuşatmışsa eğer, bir anlamı yok bu yazdıklarımızın sizlere...
Anlamsızdır Rosa’nın bakışları da...
Oysa Rosa’nın gözleriyle uyanmak güzeldi eskiden...
Bir pazar sabahı masal evlerinde uyanan çocuklar bana savaş sonrasının acılarını hatırlatıyor...
Eski albümlerimden isli fotoğraflar çıkarıyorum...
Kanı tutulmuş çocuklar güneşin her zaman ekinleri büyüttüğünü bilir, Angeliki Pavlopoulo’nun güz yıldızlarında kayıp giden mevsimleri görür...
Kederli alacasında sabahın, çocuğunu emziren bir anne 1946 kışının vahşetini anımsar Varşova’da...
Yaşam inişli çıkışlı bir yoldur!...
Tıpkı Yannis Ritsos gibi ben de göklere inanırdım eskiden, çocuk gözlerinde saklı sevinçler arardım...
Denizlerin derinliğinde ölü kentlerin yaşayan insanlarını merak ederdim...
Sonra unutulmuş ormanları keşfetmeye yöneldim...
Boğulmuş gürültüyle gök şimdi yaralı bir martı çocuğum!..
Denize süzülen ise onun gölgesi...
Ve ben bazen Aime Cesaire gibi düşünüyorum...
Çünkü ben bir baba, bir anne, bir kardeş, bir çocuk, bir sevgiliyim...
Büyük yanmaların gizini keşfetmek isterdim yeniden...

***

İnsanların boş yere ölmemesi tek dileğim!..
Kıbleden esen yelin kemerler arasında ıslık çaldığını Elitis’ten önce ben işittim çocuğum!..
Beyaz avlularda çılgın nar ağacını, gözlerinin içi gülen çocukları, kadınları, erkekleri ben gördüm...
Hiç aldırış etmedim rüzgârın inadına!..
Şafakta yeşeren yaprakların ışıltısıyla uyandığımda bir zafer sevincinin renklerini coşturan çocukları ben topladım avluya!..
Bir zamanlar on üç yaşında küçük bir denizdim; senin boynunda beyaz yakan ve başında kurdelenle İzmir’e girmeni isterdim penceremden...
Karşıyaka’da 1744 Sokak’ta, tam Orman Fidanlığı’nın karşısında bana el sallayıp gülümsemeni; sonra da fuarın Kahramanlar Kapısı’nda elinden tutup dönme dolaplara doğru yönelmemizi isterdim çocuğum!..
Deniz fenerinde ayın battığı saatte güneşe çevirmeni, kaderin nasıl alt edildiğini, pelinleri, mandalinaları, İyonya’nın gizli kalmış aşklarını bilmeni isterdim çocuğum!..
Yaşın olanca hüznü çepeçevre kuşatırken bizi, saydam gövdesini açıyor gün çocuğum!..
Hep gül böyle!..
Ama hiç üşüme!..
Octavio Paz’ın sesi o sıvı karanlığında dilsiz bir çağlayan gibidir unutma!..
Dudaklar, öpüşler, aşk, her şey yeniden doğar çocuğum!..
O ölümsüz, o yalın unutuşta daha mavidir derin uykunun güneşleri; bir zamanlar saçının bukleleri gibi...
Paul Celan, Paul Eluard’ın anısına şu şiiri yazmıştı...

Ölenin mezarına koy
yaşamak için kullandığı sözcükleri
Başını da yerleştir aralarına
bırak kulak versin
özlemin kıskaç gibi
diline.
Bir zamanlar ona
sen diyenden esirgediği sözcüğü de
gözkapaklarının üstüne bırak
tıpkı şimdi kendi eli gibi
çıplak bir el, ona sen diyeni geleceğin yapraklarına aşıladığında,
yüreğinden atan kanla, yanından
öyle geçip gittiği sözcüğü.
Yerleştir
gözkapaklarının üstüne;
belki de hâlâ mavi
gözlerini basar, bir başka
yabancı mavilik ve ona
sen diyen bir zamanlar,
Biz, diye dalar düşüncelere...

***

Bak, ağaçlar kış örtüsüyle uyanıyor çocuğum!..
Bırak arama kuyrukluyıldızları, onlar yeniden dönecekler gökyüzüne...
Sen yum gözlerini, yitir kendini karanlıkta...
Sonra güneş vursun gözlerinin içine!..
Yaşam senin, hiç unutma!..  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları