Hikmet Altınkaynak

Soma’nın Kalbini Kazanmak

15 Haziran 2014 Pazar

Soma maden işçiliği, geçen yılın filmlerinden yönetmenliğini Yılmaz Erdoğan’ın yaptığı “Kelebeğin Rüyası”nı aklıma getirdi. Filmin öyküsü 1941’de Zonguldak Kömür İşletmeleri’nin de dekor olarak kullanıldığı Zonguldak’ta geçiyor. Dramatik iki aşkı anlatmasının yanında, 1940’lı yılların maden işçiliğinin koşullarını yansıtıyor. Bu da iyi niyetli olmayanlara, gerçeği çarpıtma, dönemin tek partisi CHP’yi acımasızca eleştirme yolu açıyor.
Filmin iki kahramanı Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur, edebiyatımızın iki değerli şairiydi.
Filmde anlatıldığı gibi bir yaşamları oldu. Bu doğru. İkisi de Soma’nın değil ama bir başka maden işçiliğinin merkezi olan Zonguldak’ın gençleriydiler. Yazık ki Onur 22, Uslu 24 yaşında verem yüzünden yaşamlarını yitirdiler. Uslu, polis komiserinin oğluydu. Onur’un babası ise öğretmendi.
Verem, tedavisi bulunana kadar çok can aldı. Nedeni kötü beslenme ve yaşamaydı. “Kelebeğin Rüyası”, veremden kendini kurtaramayan bu iki genç şairi, işleri, aşkları, şairlikleriyle perdeye yansıtıyor.
Biliyorsunuz 1940’lar, Türkiye’nin yokluk, kıtlık yıllarıydı. Cumhuriyet edebiyatının temsilcisi “Varlık” dergisinin yayımlanmaya başlaması, bir bakıma “varız” demek içindi. Çünkü İkinci Dünya Savaşı sürmekteydi. 20 milyonu bulmayan nüfusun yüzde 75’i köyde, yüzde 25’i kentte yaşarken genç Cumhuriyet ise var olmaya çalışmakta, savaşa girmekten kaçınmakta, ancak bir yandan da savaş hazırlığı yapmaktaydı.
Öte yandan bu yıllardaki kayıplar yavaş yavaş giderilmeye çalışılırken bir yandan yeni kurulan devletin gelişmeye, kalkınmaya, atılımlara yönelebilmesi için üretmesi, bütçesini çok iyi bir biçimde kullanması gerekmekteydi.
Oysa devletin olanakları sınırlıydı. Üstelik de devlet bir yandan Osmanlı Devleti’nin dış borçlarını ödüyordu. 1941 yılının devlet bütçesi 309.740.396 TL’ydi. Devletin Düyunu Umumiye (dış borçlar) için ayırdığı para ise, 85.157.219 TL’ydi. Yani bütçenin yüzde 27.5’i.
İşte bu koşullarda devlet yeraltı, yerüstü varlıklarına sahip çıktı, işletti, büyüttü, bugünlere getirdi. Teknoloji geriydi. Ona göre de zor koşullarda üretim elde edildi. Ama bugün kimi vicdanı karalar, bunları özelleştirme adı altında yandaşlarına neredeyse bedava veriyor, onların haksız olarak zenginleşmesini sağlıyor. Bu da iktidara oy olarak geri dönüyor. Ona da “milli irade” deniyor!
Soma faciası ne tür oyunların döndüğünü ortaya koyan acı bir derstir. Üstelik de bilimin, teknolojinin, hak ve özgürlüklerin bunca geliştiği bir çağda bu acı dersin bedeli 301 can oldu. Bunun hesabı sorulmalı, unutmamak için bir anıt yapılmalıdır.
Halk TV’de Ümit Kıvanç’ın yaptığı “16 Ton” (Sixteen Tons) adlı belgeseli izlemişsinizdir. Belgeselde anlatıldığı gibi, Osmanlı da bu işi taşerona, Galata sarraflarınca kurulan “kumpanya”ya yıllığı 300 altına vermiş! Onlar da Fransız ve İngilizlere devretmiş. Bölge köylülerini köle gibi çalıştırmışlar. İşçilere tonu 2.5-3 kuruşa çıkarttırıp 73 kuruşa satmışlar. İşçilere ödedikleri parayı da yiyecek içecek satarak geri almışlar!
Daha sonra Padişah Abdülaziz, kömürün önemini kavramış, ferman çıkarmış, “Ereğli Sancağı’nda 13 yaşını geçmiş 50’sine varmamış bütün erkekler madende çalışacak” diye. Kaçanlara da fazladan çalışma cezası verilmiş. Aslında Soma’daki geleneğin nereden geldiğini bu belgesel gösteriyor. Kimilerinin Osmanlı’ya özenme nedenleri de belli oluyor.
Cuma günü gösterime giren “Kış Uykusu” ile “Altın Palmiye Ödülü” kazanan Nuri Bilge Ceylan, Soma faciasında sönen aşklar ve hayatlar için de bir film yapmayı düşünür mü bilemem. Ama mutlaka Soma için bir film yapılmalı. Bu filmi yapan “Oscar” ya da “Altın Palmiye” gibi ödüller kazanmasa da tüm Soma’nın, tüm dünyanın kalbini kazanır!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Okullar tatildeyken... 26 Ocak 2023

Günün Köşe Yazıları