Mutluyum, mutlusun, mutlular

24 Eylül 2017 Pazar

Kavurucu sıcaklardan sığınacak bir yer bulmuş, oturuyorum. Biraz soluklanmak istiyorum, çünkü dehşet içindeyim. Katilleri gördüm.
Gözümün önüne sürekli dehşet dolu, şiddet dolu sahneler geliyor, onları bir türlü engelleyemiyorum. Sabahtan beri faşizmin ve şiddetin temellerini araştıran filmlerin yönetmeni Haneke’nin bir filminde gibiyim. Onun “Ölümcül Oyun” filminde, birbirine uzak yazlıklardan oluşan bir bölgede üstübaşı pek bir düzgün olan iki genç, bir kapıyı çalarlar ve evin sahibi kadın kapıyı açar, gençler kibarca, “Yumurtanız var mı” diye sorarlar ve film başlar. Gençler, evde yaşayan çekirdek aileyi, (anne- baba-çocuk,) usul usul ve en vahşi yöntemleri uygulayarak öldürürler. Keyif için ardından başka bir evin kapısını çalarlar, “Yumurtanız var mı?”
Kendi kendime kalıp üstümdeki dehşeti atmaya çalışıyorum ya, olmuyor az ötemde iki küçük çocuk, bir Haneke filmi kahramanları gibi acayip işler yapıyorlar.
Önce masalardaki toz şekerleri ve tuzları masaya boca edip dilleriyle yalama yarışına giriştiler. Garsonlar şaşırmış durumda, çocukların anneleri az ötede, arkadaşlarıyla derin bir sohbete dalmış, garsonlar anneye hiçbir uyarı yapamıyorlar sadece masaları silmekle yetiniyorlar ve her masa silindiğinde çocuklar gene tuzları, şekerleri birbirine karıştırıp yalamaya başlıyorlar.
Dehşet içinde onları izlemeye devam ediyorum işi nereye vardıracaklar. Çocuklar bir süre sonra bu yalama işinden sıkılıp ufaktan etraftaki kedilere musallat olmaya başlıyorlar. Müthiş bir taktikleri var, kedilere önce çok sevecen yaklaşıyorlar, okşayacakmış gibi, şefkat eksiği kediler buna kanıyor ve çocukların onları kucaklamalarına izin veriyorlar, işte olanlar ondan sonra oluyor, çocuklar, kedilerin kuyruklarından tutup hızla çevirmeye başlıyor ve deliye dönmüş kedileri uzağa atıyorlar.
Yok artık, dayanamayıp çocukların annelerinin oturduğu masaya gidiyorum, gayet kibarca “Lütfen çocuklarınızı yanınıza alın ya da bir şey söyleyin, kedilere çok kötü davranıyorlar” diyorum, kadın bir hışımla kafasını benden yana çevirip, “Size ne” diyor, “kediler de onları rahatsız ediyor.” Kadında öyle bir hava var ki, sanki bütün dünya onun ve çocuklarının çevresinde dönüyor.
Yeniden yerime dönüyorum, bu nasıl bir duyarsızlık, bu nasıl bir bencillik, neden olmasın ki, bütün gün reklamlarda, mutlaka biri kız biri erkek çocuk sahibi, genç çiftlerin, bir buzdolabı satın aldıklarında, bir yeni televizyona geçtiklerinde ne denli mutlu olduklarını izleyip duruyoruz.
Mutluyum, mutlusun, mutlular!
Onların çocukları her şeyi yapabilirler. Onlar mutlu ailelerin çocukları çünkü. Olayı ben mi abartıyorum yoksa, ama ben, artık bir çocuk bedeni gibi küçülmüş bedenleriyle, inadın ve direncin savunucusu, Semih ve Nuriye’nin nemli bir koğuşta, usulca ölümü beklediklerini gördüm az önce, az önce ben Güzel Ana’nın her cumartesi, Galatasaray Lisesi önünde avucundaki çizgilerle konuştuğunu biliyorum. Oğlu duyar da gelir diye. Armutlu’da evinin kapısı önünde gencecik Dilek kızın tek kurşunla öldürüldüğünü gördüm. Taybet Ana’nın cesedini köpeklerden korumaya çalışan çocuklarının acısını bedenimde hissettim.Yüzlerce küçük çocuğun kara çarşaflara bürünmüş, bilmedikleri bir dilde, başlarını sallayarak dualar okuduklarına tanık oldum. Ölüler, ölüler bitmiyor, Haneke filmi benim gördüklerimin yanında çok masum. Ve çocuklar hâlâ, kedileri dövmekle meşguller, anneleri aldıkları yeni evlerinin havuzundan söz ediyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Alay ettiler... 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları