Paris’i Paris’le gezmeli

27 Eylül 2017 Çarşamba

Doğan Hızlan, gittiğiniz şehirleri o şehrin yazarlarının kitapları ile gezin, der. Kısa Paris seyahatim boyunca Mine G. Kırıkkanat’ın “Paris”ini (2017, Kırmızı Kedi Yay.) okudum. Kitap Kırıkkanat’ın gazete yazılarından derlenmiş. Yazılara tarih konmamış, zamansız kalsınlar istenmiş. İçeriklerinden, arada geçen tarihlerden ne zaman yazılmış olduklarını anlamaya çalışıyorum. Kırıkkanat’ın 1991’de Paris’e geldiği düşünülürse 25 yıllık bir zaman kesiti söz konusu. Kırıkkanat, Paris’i yürekten seviyor, benimsemiş. Bir “Parisli” olmuş. Kitap keyif alarak, Paris ve Parisliler hakkında yeni bilgiler edinerek okunuyor. Yazılar denemeleşiyor, denemeler öykü tadı alıyor. Kırıkkanat’ın sözünü ettiği yerleri görmek, kişileri tanımak arzusu ile doluyorsunuz. O nedenle Paris’i Kırıkkanat’ın Paris’i ile gezmeli, diye düşünüyorum.
Mine Kırıkkanat, “Hepimizin bir Paris’i vardır. Hem çoğuldur, hem tekildir. Dolaş dolaşabildiğin kadar, sev sevebildiğince. Bitmez” diyor. Benim Paris’im de müze ve kitapçı demek. Üç güne beş müze ve iki kitapçı sığdırıyorum.
Salı sabahı ilk durağım Marmottan Müzesi. Marmottan en geniş izlenimcilik koleksiyonuna sahip müze olarak sunuluyor. Koleksiyonunda 100’den fazla Monet eseri de yer alıyor. “Monet collectionneur” sergisi 14 Eylül’de açılmış. Kapıda uzunca bir kuyruk var.
Claude Monet büyük bir ressam olmasının yanında iyi bir koleksiyoncuymuş. Koleksiyonunda Delacroix, Corot, Manet, Renoir, Caillebotte, Cézanne ve Pissarro gibi ressamların eserleri var. Doğu ressamlarla eser değiş tokuşu ile toplanmış. Rodin’in hediye ettiği heykeller dikkati çekiyor.
Petit Palais’in önünden çok geçmişimdir. Ama nedense karşısındaki Grand Palais gibi onun da sergi, fuar gibi amaçlarla kullanıldığını düşündüğümdem girip gezmemiştim. Oysa “Paris şehrinin Güzel Sanatlar Müzesi” diye anılıyor. Metrodaki afişlerde Petit Palais’de iki serginin başladığını görüyorum. Biri “L’Art du Pastel”, diğeri de Anders Zorn retrospektifi. Zorn sergisinin afişindeki resim o kadar etkileyici ki sergiyi görmeye karar veriyorum. Anders Zorn, İsveç’in en büyük ressamlarından, “suluboyanın virtüözü” olarak anılıyor. 1860- 1920 yılları arasında yaşamış. Yolu İstanbul’dan da geçmiş, Paris’te uzun süre kalmış. Afişte yer alan Sommarnöje adlı tablosu 26 milyon İsveç Kronu’na satılmış. Usta bir manzara ressamı olmasının yanında portreleri, nü’leri de dikkati çekiyor.
“L’Art du Pastel” sergisi ise izlenimci ve sembolist ressamlardan derlenmiş 150 tablodan oluşuyor. Petit Palais’ın sürekli sergisi ile birlikte 1900’lerin başlarına kadarki resim ve heykel sanatı tarihini tüm önemli eserleri ile izlemiş oluyorsunuz.
Centre Pompidou’da David Hocney’in retrospektifi sürüyor. 160 parçalık sergide tabloların yanında, çizimler, baskılar, videolar, fotoğraf çalışmaları ve kitaplar da yer alıyor. 21 Haziran’da başlayan sergiyi hâlâ müthiş bir kalabalık izliyor. Salonlardaki eserlere bakmak bir yana yürümek bile olanaksızlaşıyor zaman zaman. Kendimi Pompidou’nun sürekli sergisine atıyorum. Centre Pompidou 40. yılı münasebetiyle koleksiyonunun 1905’ten 1965’e kadarki döneminden geniş bir seçki yapmış. Sadece resim ve heykelde değil mimariden müziğe, sinemadan edebiyata tüm sanat dallarında modernizmi incelemişler. Petit Palais’daki sergilerle birlikte iyi bir sanat tarihi dersi almış gibi oluyorum.
Paris seyahatinin hayal kırıklığı Louis Vuitton Vakfı Müzesi. Bois de Boulogne Parkı’nın içindeki binanın mimarı Frank Gehry. Dağdaş/Güncel sanat koleksiyonu sergileniyor. Bilet kuyruğu uzun olur diye internetten bilet bakıyoruz. Uzun bir yol kat edip müzeye ulaşıyoruz. Kapıdaki görevli, bugün sergiler kapalı, isterseniz içeri girip holü ve terası görebilirsiniz, diyor. Adam başı 9 Avro’ya boş koridorlara bakmamızı öneriyor. Kapalı oldukları gün için bilet kesiyorlar. Tam anlamıyla Louis Vuitton kazığı...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Ara Güler Müzesi 5 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları