Meriç Velidedeoğlu

Düşünce Özgürlüğü Davası

29 Eylül 2017 Cuma

Hafta başı, “25 Eylül” günü, Çağlayan Adliyesi’nde görülen “Cumhuriyet Davası” da artık iyiden iyiye tarihe geçti; tıpkı “Silivri Çadır Mahkemesi”nin “Kumpas Davaları”, daha doğru bir adlandırmayla, “1. Kumpas Davaları” gibi; dolaysiyle yeni bir süreç, “2. Kumpas Davaları” dönemi mi başlatıldı dersiniz?
“Simgesel Eylem Grubu”yla davayı izlerken, bir ara, “Silivri Çadır Mahkemesi”ne gittim geldim; yıllarca süren “haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik”, dahası iç burkan acılar, kayıplar... Sonra da -hani birinin ayağına basınca söylenir- “affedersiniz!”...
Değerli dostlar, bu yazının başlığı için hazır üç seçenek vardı; “Biz çocuk muyuz?”, “Bizim insan sevgimizi kimse zorlayamaz!”, “Düşünce özgürlüğü!” olarak, bunların üçü de duruşmada dile getirildi.
Mahkemenin ara kararındaki, savcılık mütalaasında, delillerin toplanmadığı -dolaysiyle- “ek süre” isteğine karşı, Avukat Prof. Dr. K. Bayraktar: “...330 gün hiç dört duvar arasında kaldınız mı? ‘delilleri toplanmamıştır, yakalanmayan sanıklar gelmemiştir’ deniliyor. Biz çocuk muyuz? Gelinceye kadar, üç-beş yıl bekleyecek miyiz?” sorusuyla itiraz eder.
“Bayraktar Hoca” konuşmasını bitirip, Başkan’a bir kitap verince, pek kızan “Başkan Dağ: “Bizim, sizin vereceğiniz derse ihtiyacımız yok!” demekle kalmaz. Bayraktar’ı “susturma girişimi”, tüm avukatların tepkisine neden olur; Başkan bir avukatın dışarıya çıkarılmasını ister; böylece yine hep aynı sahne sergilenir; sacayağının (yargıç, savcı, avukat) bir ayağı eksilir.
Ne var ki, bu kez, dışarı çıkarılmak istenen avukatın, meslektaşlarınca salonda kalması sağlanınca, Başkan Dağ da “itiraf”a başlar, “İddianamede belli problemler var mı? Var; kabul...” diyerek, iddianameyle ilgili konuşmasını sürdürür...
Hep olduğu gibi, yine araya girerek, Başkan Dağ’ın bu itirafının ertesi günü, “Erdoğan”dan da bir itirafın geldiğine değinelim; “ ‘Eğitim-öğretim ve kültür’de arzu ettiğimiz gelişmeyi sağlayamadık!” diyerek yapmıştı bu itirafı (26.9.2017)
Böylece, “yargı”dan, “yürütme”ye bir “itiraf” dönemine mi girdik?
Haklı bir soru bu; neden derseniz aynı gün Erdoğan, bir “itiraf”ta daha bulundu; pazartesi günü “IKBY”nin gerçekleştirdiği referandum ile ilgili olarak, “Biz son ana kadar, Barzani’nin böyle yanlışa düşeceğine ihtimal vermiyorduk. Demek aldanmışız!” sözleriyle...
Ayrıca görüldüğü gibi, önceleri “yanılma” demiyordu; “Aldatıldık!” diye haykırıyordu; özellikle de “FETÖ”nünkilere...
“Balık baştan kokar!” atasözümüzü anımsayarak açtığımız “arayı” kapatıp, konuya, “dava”ya dönersek, bilindiği gibi bu dava, “Cumhuriyet”in çalışanlarının, yazarlarının, “terörist” olmamakla birlikte “teröre destek” vermekte suçlandıkları bir “ceza” davası; böyle olmasına böyle de, “25 Eylül” günkü duruşmada görülecek sanki “iki dava” varmış gibi -Cumhuriyet’in sürmekte olan- “Vakıf Davası” da, hemen hemen tüm boyutlarıyla ince ince irdelenip sorgulandı; bu duruma -hukuk bağlamında- ne denli karşı çıkılsa da, etkisi olmadı; duruşma da aynı doğrultuda sürdürüldü, kuşkusuz tanığın da bu konudaki “iştahlı” istekleri doğrultusunda...
Öteki tanık da, konuştukça kendine zarar verdi, hem de görülmedik bir biçimde; suçladıklarının suçunu, daha önce kendisinin işlediği ortaya dökülünce, FETÖ’yü, yere göğe sığmayacak ölçüdeki yazısı açığa çıkınca, böyle bir duruma insan kendi düşmüş gibi üzülüyor, sıkılıyor; üstelik, olgun bir yaştaysa... Dolayısiyle “neden?” diye sormanın bir anlamı da yok... Hele, Cumhuriyet’in okuyucularını tanıyan bir gazeteciyseniz:
25 Eylül’deki duruşma sonunda yalnızca, gazetemizin Yayın Danışmanı Kadri Gürsel’e tahliye kararı çıkmasına çok sevindik kuşkusuz; ne ki, K. Gürsel’in söylemiyle dile getirirsek, ‘buruk’ bir sevinç...
Değerli dostlar, özgürlükleri inanılmaz biçimdeki bir hukuksuzlukla ellerinden koparılıp alınan canlarımızı, duruşma aralarında görebilmenin anlık mutluluğu da öyle oluyor hep... Bitsin artık!
31 Ekim’de Çağlayan’dayız!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Erasmus 19 Mart 2021
‘12 Mart 1921’ 12 Mart 2021
‘Manifesto!’ 5 Mart 2021

Günün Köşe Yazıları