Birikimli yanlışlar

02 Ekim 2017 Pazartesi

Yıllardır evrensel ölçülerle düşünce özgürlüğünün bulunmayışı nedeniyle bu ülkede düşünce akımları ve düşünceye dayalı yaklaşımlar sağlıklı gelişemiyor. Böyle olunca da yanlış sonuçlara, giderek gerçeklerden tümüyle uzak noktalara varılması kaçınılmaz oluyor; yanlışlar birikiyor. İşte bunlardan ikisi.
 
‘İslami Kemalist’
Son haftalarda Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İslami Kemalist olduğu görüşü kimi basın-yayın ve siyaset çevrelerinde öne sürülüyor.
Buna gerekçe olarak da Erdoğan yönetiminin giderek artan oranda otoriter bir özellik göstermesi ve uluslararası ilişkilerde Avrasya çizgisine gelmiş olması gösteriliyor.
Öncelikle belirtilmelidir ki, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra yaşanan otoriter yönetim anlayışı ile Erdoğan’ın otoriterliği nitelik olarak tümüyle birbirinin karşıtıdır; Cumhuriyet, çağdaşlaşmadır; AKP otoriterliği ise başta eğitim alanında yaşananlar olmak üzere, yargıda ve kamu yönetiminde tam bir çağdaşlaşma karşıtlığıdır. Bu büyük nitelik farkını görmeden ikisi de otoriterdi diye bir sonuca varmanın anlamı yoktur.
Kemalizm ve AKP’nin Avrasya yaklaşımları da çok farklıdır; Cumhuriyetin kuruluş düşüncesinde yayılmacılık ve savaş yoktur; Cumhuriyet Avrasya ülkeleriyle barış anlaşmaları yapmıştır; çünkü, barışçıdır. Oysa AKP yıllardır, varlığını oluşmasında kendisinin de payı bulunan savaş ortamından almaktadır. Dolayısıyla bu iki Avrasya tutumu arasında savaş ve barış kadar büyük fark vardır.
Bu nedenlerle İslami Kemalist pazarlaması tamamıyla yanlıştır ve asıl büyük zararını Cumhuriyet değerlerine veren dayanaksız bir saptırmacadır.
 
‘İslami sosyalizm’
İslamcı olmayan solcu çevrelerde son zamanlarda güçlenmekte olan bir yanlış da siyasal İslam ile sosyalizmi bağdaştırma çabalarıdır.
Burada unutulmaması gereken birkaç temel nokta var.
Birincisi, siyasal İslam ile sosyalizm düşüncelerinin, yerinde bir deyimle, kök hücreleri ayrıdır. İslamın düşünce temeli doğal olarak manevidir; sosyalizmin düşünsel kaynağı ise maddidir. Maddi olanla manevi olan arasındaki geçişken noktaların varlığı bir yana, bu büyük köken farkı, gerçekte bilgilerin kaynağının farklı olmasından başlar ve devam eder: Bilim anlayışını; insan aklının özgürleşme süreçlerini; bireyin yaratıcı yeteneklerini geliştirme biçim ve olanaklarını; dahası yasal ve kurumsal yapıları içerir ve toplumsal yaşamın bütün alanlarını kapsar.
İkinci olarak, daha hakça olanı ve daha doğruyu öne sürerek içinde bulundukları kurulu düzene karşı çıkan tüm inanç sistemlerinde olduğu gibi İslamda da ezilenlerden yana bir toplum düzeni özlemi dile getirilir. Ancak, böyle bir toplum düzeninin nasıl gerçekleştirileceği konusunda, İslamcılar kendi aralarında bile anlaşamaz. Dahası, eğer inananlar dince belirlenmiş kurallara uyar ve onlara uygun davranırsa, diğer inanç sistemleri gibi İslam da çok kesin bir dille bu özlenen toplum düzeninin öbür dünyada gerçekleşeceği sözünü verir.
Sosyalizm ise, 19. yüzyılda, insanın aklının özgürleşmesinin ve düşüncesinin kökenlerinin maddileşmesinin de bir sonucu olan kapitalist üretim biçiminin bağrından doğdu. Sosyalizm, kapitalizmin yerini almayı amaçlar. Bu nedenle sosyalizmin bazı yaklaşımlarının kapitalizm öncesinin inanç sistemlerinin, bu arada İslamın, söylemleriyle örtüşmesi, gerçekte, çok yüzeysel benzerlikten başka hiçbir bir anlam taşımaz. Kaldı ki, sosyalizm, öncelikle, bu dünyayı cennete çevirme girişimidir.
Siyasal İslamla her gün daha fazla yoğrulmakta olan bu ülkenin seçkin beyinleri olmayan duaya amin demekten ne zaman vazgeçecekler? 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yerelde yeşermeli 25 Mart 2019

Günün Köşe Yazıları