Sanat, Spor, Siyaset

06 Eylül 2008 Cumartesi

Üçü de Sile başlayan üç sihirli sözcük, sanat, spor ve siyaset Birbirinden bağımsızmış gibi görünen üç alan.

Sanatın özgül sorunları üstüne sayısız yazı yazdık bugüne dek. Sanat-siyaset ilişkisi gündemimizin hep üst sıralarında oldu. Spor ise, ilgi alanımızın dışında kaldı çoğunlukla. Ama son günlerin olayları, spor-siyaset ilişkisine de değinmemizi zorunlu kılıyor.

Toplumları yönetme sanatı olarak da tanımlanan siyasetin sanatla ilişkisine dair en çarpıcı saptama, Portekizli diktatör Salazara ait. Diktatörün sihirli formülü, futbol, fado ve fiestayı, kitleleri uyutmak için başvurduğu üç aracı içeriyor.

Sanatın, egemen güçler tarafından kullanımına ilişkin binlerce örnek sıralamak olası. Kilisenin denetimindeki sanattan sermayenin denetimindeki sanata dek En iyi bilinen örnekler ise, Nazilerin, İtalyan faşistlerinin, komünistlerin sanat alanına doğrudan müdahaleleri Daha softyaklaşım ise, dolaylı kullanımlar; tüketimi, kitlelerin enerjisinin boşaltılmasını hedefleyen sanatsal eylemler. Sporun kullanımı da, genelde bu başlık altında yer alıyor.

Ama siyasetle dolaylı değil, doğrudan bağlantılı eylemler de var. Nazilerin görkemli Berlin Olimpiyatları, Filipinli diktatör Marcosun ve İran Şahının şaşaalı film festivalleri gibi

***

Geçenlerde sonuçlanan Bejing Olimpiyatları, bu çerçevede (insan hakları sicili pek de parlak olmayan bir ülkenin, hakkındaki önyargıları olumluya çevirme çabası olarak) değerlendirilebileceği gibi, kültürler, ideolojiler arası bir diyalog çağrısı olarak da tanımlanabilir. Nasıl görmek istediğinize bağlı

Olimpiyat oyunları, ülkeler arasında bir prestij yarışına sahne olurken, spor-sanat ilişkisi açısından da önemini koruyor. Barcelona, Atina ve Bejing Olimpiyatlarının açılış ve kapanış gösterileri, ev sahibi ülkenin gösteri sanatları alanında ulaştığı düzeyin bir göstergesi sayılıyor. Bejingde, geleneksel sanatlarını çağdaş teknoloji ile buluşturarak, izleyicilere görkemli gösteriler sunan Çin Halk Cumhuriyetinin, olimpiyatlarda sağladığı başarı kadar, açılış-kapanış gösterilerinin düzeyi ile de övgüler aldığını görüyoruz.

Bu noktada, ülkenin kültür politikası devreye giriyor elbette. Siyasal tercihlerden kaçınarak, gösterilerin sanat yönetmenliğini yetkin bir sanatçıya, Altın Aslan ve Altın Palmiye ödüllü yönetmen Zhang Yimouya teslim ederek, doğru bir karar veriyor Çinli siyasetçiler. Tüm dünyada yaklaşık 4 milyar kişinin izlediği seremonilerin görkemi, yönetmenini ve ülkesini onurlandırırken, Yimouyu sanatını devlete satmakla itham edenler de var. Ama, Çinli siyasetçilerin hedeflerine ulaştıkları bir gerçek.

Spor-siyaset ilişkisi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gülün, yarın oynanacak Türkiye-Ermenistan maçını izleme kararı ile yeniden gündeme taşındı. Yarınki maç, sporun kültürler arası dostluk ve barışı güçlendirmede, sanat kadar etkili olabileceğini kanıtlayabilir. Sayın Gülün kararını alkışlarken, bu adımın iki ülke arasındaki sınır kapısının açılması ve demiryolu hatlarının faaliyete geçirilmesi ile daha da güçlenmesi dileğimizi paylaşmak istiyoruz. İki ülkenin sivil toplum temsilcilerinin, Ankara, Bakû, Tiflis ve Yerevan hükümetlerine yaptığıKomşularınıza Açılın!başlıklı çağrı, yarın başlaması muhtemel olan diyalog sürecini güçlendirebilir. Bu süreçte, karşılaşmayı bir savaşolarak değil, bir barışeylemi olarak değerlendirmesini beklediğimiz iki tarafın sporcularına, taraftarlarına ve bu süreci ortak etkinliklerle pekiştirme potansiyeline sahip sanatçılara önemli görevler düşüyor.

***

Ülkemizde pek fazla gündemde olmayan kültür politikasıkonusunda, Hasan Bülent Kahramanın temel önerilerine katılmamak elde değil: Kültürün devlete bağlı bir bakanlık tarafından denetlenmemesi, devletin kültürel alana sadece bir yatırımcı, bir kaynak aktarıcısı olarak girmesi ve sadece temel yatırımları yapması. Kültür politikalarını kültürel üretim alanında etkinlik gösterenlerin meydana getirdiği kurumlar saptamalıdır önermesinde katılmadığım tek sözcük: sadece’… Neden derseniz, devletin kültür-sanat alanında sadecetemel yatırımları yapmasının yeterli olmadığı kanısındayım. Devlet Tiyatrolarının, Devlet Opera ve Balesinin, Şehir Tiyatrolarının, devlet senfoni orkestralarının sanat yaşamımızda çok önemli rolleri var. Bunların özelleştirilmesive devletin sadecedestekleyici konuma geçmesinin sanat alanımızın hızla çölleşmesine yol açacağına, bunun ancak bir geçiş süreci sonunda yapılabileceğine inanıyorum.

Evet, H.B. Kahramanın dediği gibi, Devletin kültürel alanı kendi iradesi ve politikasıyla düzenlemek istemesi halinde... vahim sonuçlar kaçınılmazdır, ama inisiyatifin tümüyle yerel yönetimlere ya da özel sektöre bırakılması durumunda karşımıza çıkacak tablo da pek parlak olmayabilir!

Kültür girişimcilerinin ortaya çıkmasını, Türk burjuvazisinin kültürel hayata katkıda bulunmasını, içinde yaşadıkları kentlerde kültür altyapısı oluşturmasını ben de çok önemli buluyorum. Ama, fazla hayalci olmasak ve mevcut durumun radikal reformlarla değişmesini savunsak daha iyi olmaz mı?

Çoğulcu, adil, saydam, özetle demokratikbir kültür hayatının ilk koşulu olarak, sanat yaşamımızı yönlendiren, destekleyen kuruluşları yönetenlerin, etik kurallara uymalarını bekleyemez miyiz?

[email protected]



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yine de İyimserlik 10 Ocak 2009
Dün Yok mu? 3 Ocak 2009
Karadeniz'e Bir Yolculuk 27 Aralık 2008

Günün Köşe Yazıları