Aslı Aydıntaşbaş

Kum fırtınası

08 Ekim 2017 Pazar

Yaklaşık 10 yıl önce Bağdat’ta ‘kum fırtınası’ denen o müthiş doğa olayını yaşama fırsatım oldu.
Aslında yıllardır duyardım Bağdat’ın meşhur fırtınalarını... Iraklılar evlerin sürekli toz tuttuğundan, kum fırtınası geldiğinde göz gözü görmediğinden söz ederdi. Kâh Falih Rıfkı Atay gibi erken Cumhuriyet dönemi yazarları, kâh Gertrude Bell gibi Batılı diplomatların anılarında bu tuhaf olaya bolcana atıf vardı.
Ama hiçbir şey beni tam olarak bu gerçek tecrübeye hazırlamamıştı. Bir Bağdat gezisinde, bir anda her yerden kum üfürmeye başladı, her tarafı pembe renk kapladı, bir dakika içinde göz gözü görmez oldu. Ön cama sulu kum yapışmaya başladı. Arabalar, neredeyse durdu.
Alışık olmadığım için çok paniklediğimi hatırlıyorum.
Türkiye’nin şu anda içinde geçtiği dönem de tam olarak bir kum fırtınası anı...
Ne iç, ne de dış politikada geniş bir ‘ufuk turu’ yapmak mümkün değil. İster siyaset yorumcusu olun, ister Ankara siyasetinin göbeğinde bir ‘yetkili’... Kimsenin tam olarak ne olup bittiğini, Türkiye’nin ne yaptığını ya da ne yapmak istediğini, içeride ve dışarıda hangi dinamiklerin hâkim olduğunu tam anlayabildiğini sanmıyorum. Devletin en tepesindeki insanların bile önünü görebildiğini sanmıyorum.
Dostun düşman, düşmanın dost olduğu bir dönemdeyiz.
Bir kum fırtınasında sis lambalarını yakmış el yordamıyla bir yerlere gidiyoruz. Tam olarak nereye gitmek istediğimiz de belli değil.
Yukarıda anlattığım durumu, dış politikada herhangi bir başlığa uyarlayabilirsiniz: Suriye’de Türkiye’nin devraldığı yeni gözlemci misyonu ve İdlib’e yönelik askeri mobilizasyon; Irak Kürdistan bölgesiyle ilişkilerin geldiği yer; Avrupa Birliği’yle neredeyse karakolluk gerilimli müzakere süreci ve kuracağımız yeni ilişki biçimi; İran’la dans; Washington’la kavga ve Rusya’yla temkinli ancak kuşku dolu bir yeni ittifak... Bunların hepsi, öngöremediğimiz ve potansiyel olarak büyük tuzak ve krizler barındıran başlıklar.
İçeride ise iktidar partisinin MHP’yle yapmış olduğu ilkesel ve ideolojik ittifak ve bunun ölçemediğimiz yansımaları var. Bir yanda tetiklenen toplumsal fay hatları ve gerilim, diğer yanda herkesin kabul ettiği devlet bünyesindeki kurumsal yıpranma var. Ekonomide 2018 yılında bizi meşgul etmesi beklenen kırılganlıklar var...
Hal böyleyken içinden geçtiğimiz kum fırtınası konusunda ne anlamlı bir söz, ne de mantıklı bir tahmin yapmak mümkün değil. Ben havlu atıyorum. Geleceği görmem mümkün değil; sadece karar vericilerden akılcı ve vicdanlı olmalarını talep etmem mümkün.
Türkiye, yukarıda saydığım başlıkların tümünde rasyonel bir yol tutturup 2018 ortası itibarıyla kendini nispeten bugünden daha iyi bir noktada bulabilir. O senaryoda bile yine de ekonomi ve iç barışa odaklanmak zorundayız ama en azından varoluşsal kaygılar ve duygusal tepkiler azalmış olur. Nefes alırız. Bir anda birbirimize dönüp hafif tebessüm eder, ‘Nerede kalmıştık’ diyerek yerdeki kırık dökük cam parçacıklarını toparlarız.
Ya da her şey ters gidebilir ve kendimizi daha uzun süreli bir bölgesel istikrarsızlık sürecinde oradan oraya savrulan bir aktör olarak bulabiliriz. Bağırmaya, çağırmaya birbirimizden ve hayattan nefret etmeye devam ederiz.
Hangisi? Bu kum fırtınası bittiğinde, nerede bulacağız kendimizi?
Birinci senaryoyu umuyor, ikincisinden ürküyorum.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yaklaşan facia 6 Eylül 2018
Bu mu devlet aklı? 26 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları