Gün gelir, herkese adalet lazım olur

12 Ekim 2017 Perşembe

Nasıl bir çözüme ulaşacağı konusunda şu anda elimizde herhangi bir ipucu bulunmayan vize bunalımı, Türk-Amerikan ilişkileri tarihinin en büyük krizi olduğu gibi, aynı zamanda, birbirleriyle yakından ilişkili bir dizi gelişmenin sonuncusudur.
Tayyip Erdoğan ile ABD’nin ilişkileri hep inişli çıkışlı olmuştur.
Daha yolun başında Washington, 1 Mart 2003 tezkeresinin TBMM’de zorunlu olan nitelikli çoğunluğu elde edememesi ve dolayısıyla ABD’nin taleplerinin reddedilmesini, sorumluluğunu Tayyip Bey’e değil de TSK’ye yükleyerek sineye çekmişti.
Ama aradan geçen zamanda durum değişmiş, 15 Temmuz 2016’daki, başarısız FETÖ’cü darbe girişimi birçok çevre tarafından ABD’nin Tayyip Erdoğan’ı tümüyle gözden çıkardığının kanıtı olarak kabul edilmiştir. Tayyip Erdoğan’ın, Fethullah Gülen’in iadesi yolundaki taleplerinin inatla geri çevrilmesi üzerine yaptığı konuşmalar, kendisinin de Gülen darbesinin ardında ABD desteği bulunduğuna inandığı izlenimini doğurmaktadır.
O zamandan bu yana Tayyip Bey’in ABD ile ilişkilerinde ciddi krize yol açacak nitelikte, bir dizi olay oldu.

***

Beyaz Saray’ın Suriye politikasında zaman içinde meydana gelen değişikliklere anında ayak uydurmayı beceremeyerek bölgedeki Amerikan çıkarlarının gerektirdiği adımları atamayacağı konusunda, Washington’da ciddi kanının yerleşmesine yol açan Tayyip Bey ile ABD arasındaki ilişkileri tehdit eder gelişmeler arasında, AKP’li bakanlardan daha yukarılara da tırmanma emareleri gösteren Rıza Sarraf davası vardır. Tayyip Bey’in korumaları hakkında ABD’de verilen gözaltı kararı da bu gelişmelerin bir diğeridir.
Fethullah Gülen’in iadesi talebinden vazgeçmeyen Erdoğan önderliğindeki Türkiye’nin diplomatik dokunulmazlığı olmamakla birlikte, Amerikan misyonunda görevli iki kişiyi Gülen soruşturmasıyla ilgili olarak tutuklaması, sonunda bardağı taşırıp büyük vize krizinin patlak vermesine yol açan olay oldu.
Kriz şu anda, bir yanda Ankara Büyükelçisi’ne sahip çıkan Beyaz Saray’ın açıklamaları, öte yandan Tayyip Erdoğan’ın sert çıkışlarıyla tırmanışını sürdürmektedir.
Washington, Ankara’yı kendi misyonunda çalışan adamları ve kimi Amerikan uyruklu kişileri içeri alarak, kaba bir rehine ve tehdit politikası gütmekle suçlamaktadır.
Tam bu noktada, Ankara’ya aynı suçlamanın Berlin tarafından da yöneltildiğini anımsatmak ve Türkiye Cumhurbaşkanı’nın “ver papazı – al papazı” yollu sözlerinin bu konuda Washington’a haklı gösteren talihsiz bir açıklama olduğunu belirtmekte yarar var.
Bu arada Washington, tutuklu bulunan elemanlarının ne ile suçlandıkları konusunda bilgilendirilmediklerini, bu kişilerin avukatları ile görüştürülmediklerini de ileri sürmektedir.

***

Türkiye ise bu suçlamalar karşısında, darbe girişimiyle ilgili bir soruşturmada yürütmenin yargının tutuklama kararlarına karışamayacağını, bu konuda ittifak ilişkileriyle bağdaşmayan kaba baskılara boyun eğmeyeceğini açıklamaktadır.
Bu noktada kimin haklı olduğu tartışılabilirdi, eğer Türkiye’de gerçekten bağımsız bir yargı olmuş olsaydı.
Yok, eğer bağımsız ve adil bir yargının varlığından söz etmek mümkün değilse Ankara’nın savlarını ciddiye almanın da imkânı yoktur.
Bağımsız ve adil bir yargının varlığından söz edebilmek için bunun yalnız olgu değil, ama aynı zamanda algı temelinde de yerleşmiş olması zorunludur.
Oysa şu anda Türk ve dünya kamuoyunda Türkiye’de bağımsız ve adil bir yargı olmadığı yolunda çok güçlü ve haklı bir algı yerleşmiştir.
Bu durumda, iktidar kendi savını inandırıcı biçimde savunma imkânını bulamamaktadır.
Bunca zaman boşuna demedik, “gün gelir adalet herkese lazım olur” diye.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları