Post-Entelektüel Dönem ve Edebiyat

03 Eylül 2009 Perşembe

Kahraman'a göre Post-modernlik, Yeni Sağ politikaları meşru kılmakla kalmıyor modernitenin de sonu anlamına geliyor. 1980'lere kadarki dönemi Entelektüel Dönem olarak adlandıran Kahraman, Entelektüel Dönem'in siyasallığının post-modernle birlikte son bulduğunu, post-modernin ulaştığı yerin de post-entelektüel dönem olduğunu yazıyor.

'Şimdi dönem veya çağ değişti. İnsanlar kendilerinden başka hiçbir şeyin önemli olmadığı, kendi bireyliklerinin dışında hiçbir şeyi tartışmadıkları, hiçbir şeyin üstüne kafa yormadıkları bir evreye girdiler. İşte bu, 'post-entelektüel dönem'dir. Ve post-entelektüel dönem, post-modern dönemin zihinsel yükünü dahi taşıyamamaktan kaynaklanan bir çöküşe tekabül etmektedir.' Kahraman'a göre böyle bir dönemin edebiyatı 'boşluk duygusu'ndan beslenen ve belirli bir sorunsalı olmayan bir edebiyattır. 'Sonuç olarak post-entelektüel dönemin edebiyatı, kendisini ideoloji dışı bir bağlama yerleştirir, apolitik hale getirir, kitleyle özdeşleştirir ve bir hiçliğe mahkûm eder' diyerek tezini tamamlıyor.

Post Entelektüel Dönem ve Edebiyat'ta 20. yüzyıl bitip 21. yüzyıl başlarken yaşanan değişimler ele alınarak post-modern anlayışların Kahraman'ın adlandırması ile post-entelektüelliğe nasıl dönüştüğü araştırılıyor. Kahraman hem Türk edebiyatını hem de Batı edebiyatını ele almış. Genel olarak edebiyattan yola çıkıp daha çok günümüzün hâkim türü roman üzerinde duruyor ama şiir, eleştiri ve deneme de ilgi alanında. Post-entelektüel dönemde onların nasıl bir hal alabileceğini de sorguluyor. Sinema ve roman kültür endüstrisinin esas ürünleri olarak geleceğin kültürünü belirlemede de önemli roller oynuyorlar. Tek bir ürünle olabildiğince çok insana ulaşmak arzusu romanların ya da filmlerin ortalamaya hitap edecek düzeye düşürülmesini gerektiriyor. Daha az sözcükle, daha az ayrıntı ve daha çok diyalogla ve bol izahatla romanlar yazılıyor. Son dönemin çok satma arzusundaki yazarlarının edebiyattan fedakârlık edip nasıl çok satmanın sırrını çözdüğünü görüyoruz.

Kitabı oluşturan yazılar uzun bir zaman diliminde yazılmış, bazıları dergilerde yayınlanmış ama Kahraman bunları kitap bütünlüğü içinde bir araya getirirken yeniden ele almış, eklemeler, çıkartmalar yaparak bir bütünün parçaları olmalarını sağlamış. Kitabı okurken ayrı ayrı yazılar okuduğunuz hissine kapılmıyorsunuz, aksine her biri kitabın bölümlerini oluşturuyor. Kahraman, enine boyuna tartışılması gereken bir adlandırma yapmış (post-entelektüel dönem) ve bir tez ileri sürmüş. Düşüncelerini ayrıntılı olarak yazmış ama adlandırmanın ve tezin doğrulanabilmesi için örneklere gerek var. Kahraman hemen hiç örnek vermediği gibi, isim vermekte bile eli sıkı, böyle olunca da bu önemli tezi tartışmak için zemin bulmak güçleşiyor. Sanırım sırf bu nedenle Kahraman'ın ortaya attığı savlar tartışılmadan kalacak. Kahraman, genellikle kaynaklarını açıkça göstermeyi, akademik kurallara uygun biçimde kaynakça vermeyi (kitabın tam adı, yayın tarihi, kaçıncı baskı olduğu, ilgili yazı ya da bölüm başlığı vb.) de sevmediği için görüşlerinin kaynaklandığı ana metinlere ulaşmak güçleşiyor.

Post-Entelektüel Dönem ve Edebiyat getirdiği tezler, sorduğu sorularla edebiyatın ideoljik içeriğinin boşaltılıp kültür endüstrisinin kolayca tüketilen bir ürününe dönüştürüldüğü çağımızı anlamaya, çözümlemeye ve mümkünse olumlu yöne yöneltmeye çağıran bir tartışmayı açmaya çalışıyor.


Önce ben onu öldürdüm

Hürriyet Yaşar, sessiz ve derinden giden yazarlardan. Onu son yıllarda özenle hazırladığı öykü antolojileriyle tanıdık. Oysa Hürriyet Yaşar, iyi bir öykücü. İlk ürünü 1981'de Somut dergisinde yayınlanmış. 90'lı yıllardan itibaren AdamÖykü, Adam Sanat, Çağdaş Türk Dili, Cumhuriyet Kitap eki, Kaçak Yayın, Hürriyet Gösteri gibi dergilerde öyküleri, yazıları yoğun olarak yayınlanmış. İlk öykü kitabı Anlatmaya Biri Gerek'in yayın tarihi 2002. Öykünün yanında dil üzerine çalışmaları ile de dikkati çekiyor. Dil yazıları Anlam Kovalar Biz Kaçarız (Cumhuriyet Kitapları, Haziran 2009) yeni öykü kitabı ile aynı günlerde yayınlandı. Hürriyet Yaşar Önce Ben Onu Öldürdüm'de (Mart 2009, Can Yay.), sıradan insanların sıradan hayatlarını anlatıyor. Kahramanları şehirli, orta halli ya da yoksul insanlar. Ailelerini ayakta tutmaya, işlerini kaybetmemeye çalışarak hayatlarını sürdürüyorlar. Dışarıdan bakıldığında sıradan ve aşılabilir sorunların dışında gayet sakin, kendiyle barışık görünen insanların içlerine girince nasıl dalgalanmalarla, çelişkilerle dolu olduğunu küçük olayların izini sürerek yazıya döküyor. Hürriyet Yaşar'ın anlatımı da sakin. Toplumcu bakış açısını özellikle insanların hayat gailesi içinde, küçük hesapların peşine düşüp apolitikleşmesini işlerken hissediyorsunuz ama politik tavrını göze batacak şekilde eserinin önüne almıyor. Güzel, duru bir Türkçesi var. Yalın, akıcı bir anlatımla konularını, kahramanlarını derinlemesine kavramaya çalışıyor.


Felsefe eşiğinde aşka yolculuk

Son yıllarda felsefe ve edebiyatı harmanlayan, edebiyat aracılığıyla felsefe yapan ya da felsefi sorunları anlatan, tartışan birçok roman yayınlandı. Okurdan ilgi de gördü. Charlotte Greig imzalı Felsefe Eşliğinde Aşka Yolculuk da (Nisan 2009, çev. Aliye Yılmaz, Sel yay.) daha adından başlayarak bu tür bir roman okuyacağımız izlenimi veriyor.

Toplumsal ve cinsel özgürlüğün dolu dolu yaşandığı 70'li yıllarda bir üniversite ortamı. Susannah, Sussex Üniversitesi'nde felsefe öğrencisi kendisinden on yaş büyük antikacı Jason'la yaşıyor. Sınıf arkadaşı Rob ile yaşadığı beklenmedik ilişki hayatının altüst olmasına neden oluyor. İlişkisini sorguluyor. Sevgilisini, rahat ev ortamını terk edip zorluklara göğüs gererek kampusta yaşamayı düşünüyor. Bu sırada esas sürprizle karşılaşıyor. Hamile kalmıştır ve bebeğin kimden olduğunu bilememektedir. Çocuğu dünyaya getirip getirmemek de ayrı bir sorundur. Susannah, karar verme sürecinde arkadaşlarıyla dertlerini paylaşmak, sorunlarına çözüm bulmaya çalışmak yerine felsefeye, Nietzsche, Heidegger ve Kierkegaard'a sığınır, onların yazdıklarını rehber edinir, kararlarını onları okuyarak verir.

Felsefe Eşliğinde Aşka Yolculuk bir kadının hayatındaki önemli dönüm noktalarını biraz dobra sayabileceğimiz bir dille, açık yürekle ve akıcı bir anlatımla romanlaştırdığı için felsefi boyutu olmasa da ilgiyle okunabilecek bir roman. Özellikle ilk bölüm su gibi akıyor ama Susannah'ın hayatı kararlar almayı gerektirdikçe felsefi yoğunluk artıyor. Ama Kierkegaard'lı rüya bölümü ve hocasıyla yaptığı uzun sohbet hariç felsefi doz yerinde ve rahatsız etmiyor edebiyatı felsefe lehine ezmiyor.



Büyük yazarın gizli evreni

1920'ler... James Joyce'un Paris yılları... Birinci Dünya Savaşı yeni bitmiş. Yazdıkları nedeniyle karşılaştığı tepkiler onu ülkesinden uzaklaştırmış. Bir çeşit gönüllü sürgün olmuş, münzevi yaşamı sürdürüyor. İnsanlarla pek ilişki kurmuyor. Röportaj taleplerini kabul etmiyor. İrlandalı genç ressam, sanat eleştirmeni Arthur Power ile James Joyce bir tesadüf sonucunda tanışıyorlar. Power, Paris'in heyecanlarının peşinde, sanatçıların bohem hayatına girip onlarla birlikte yaşamayı arzu eden bir hevesli. Bu iki farklı hatta zıt karakter, dost oluyor. Joyce bu girişken ve konuşkan gençten hoşlanıyor. Power'a evinin kapılarını açmakla kalmıyor, onunla uzun sohbetler yapıyor. Sanata, edebiyata, hayata dair düşüncelerini paylaşıyor. Eserlerini nasıl yazdığını anlatıyor. Küçük küçük anılarını paylaşıyor. Ulysses'i yazma süreci ile ilgili bilgiler veriyor.

Arthur Power, James Joyce'la söyleşilerinden sonra eve dönünce notlar almış ve bu notlardan Büyük Yazarın Gizli Evreni (Mayıs 2009, çev. Asude Savan, Timaş yay.) kitabı oluşmuş. James Joyce severler için yazarın pek de anlatılmamış Paris yıllarının ayrıntılarını öğrenmek için bir kaynak. Joyce'u tanımak isteyenler için kolay okunacak bir başlangıç.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Ara Güler Müzesi 5 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları