Feyzi Açıkalın

Tanrı bizi özgürleştirilmekten korusun!

19 Ekim 2017 Perşembe

Ekranlarda Rakka’nın “özgürleştirilmesini!” izliyoruz. Fonda harabeye dönmüş bir şehir, tek bir bina bile ayakta değil. Kurtarılma noktasına doğru, ellerinde birkaç parça eşya ile yıkıntılar içinden hızla çıkıp gelen insanlar. Ağlayarak birilerine sarılanlar, çömelip toz içindeki toprağı öpenler… Kucaklarında, hangi arada doğurup büyütebildiklerini anlamadığınız bebeleriyle!

Gördüklerimizle, özgürlüğün anlamını tekrar düşünüyoruz; ya da onun karşıtı olan esareti, tutsaklığı… Tatmış mıyız bu duyguları? Somut anlamda “hayır”. En azından son yüz yıldır… Peki, ne anlamda “evet”? Düşüncenin özgürce dolaşımda olamaması, ülkemizde yaşananlar bile esaret değil mi? Ama orada yaşananlar; ekranlara yansıyan acılar, insanlığın en düşkün hallerini nasıl adlandıracağız?

Özgürleştiriliyorlarmış; neyin pahasına? Taş üstünde taş kalmamış bir şehrin özgürleşmesi ne demek? Ya da insanlığa, “Bu şehirlerde esirlik başlarken neredeydiniz?” diye bir soru yöneltilse… Arkasından da birisi, “Hangi insanlığa?” der mi? Yoksa, özgürleşmekten petrol kuyularının kurtarılmasını mı anlamalıyız?

Bayrağını kapanın, bulduğu en uygun yüksekliğe astığı topraklarda… Bazıları, şaşılacak derecede temiz üniformalarıyla, genellikle ekrana yüzünü tam göstermeyen Batılı bir soluk benizlinin(!) liderliğinde ilerlerken. Gencecik çocuklar, kızlar; zor kavradıkları koca koca makinalılarıyla… Diğer yandan pis sakallılar…

Hemen yanı başımızdaki topraklardaki, kurtarıldığı söylenen bir başka şehir. Kim kimden, neyi kurtarıyor; çok anlaşılamayan. Acılarını, sevinçlerini aynı bizim beden dilimizle ifade edenler. Yan sokaktan çıkıveren bisikletli çocuk; elinde sigarası, uzamış sakalıyla kaygısızca ortalıkta dolaşan insanlar; çekime ara verilmiş bir film setinde vakit öldüren figüranlar gibi…

Bir önceki günkü saldırıdan kaçtıktan sonra şehre geri dönenler; arabaların dikiz aynalarındaki sallanan ayılar bile aynı! Empati yapmakta asla zorlanmayacağın sahneler. Neden empati yapar insan? Başına benzer şeylerin gelebileceği korkusundan olmasın?

Neden örneğin, Katalanların bağımsızlık gösterileri empatiye neden olmaz da, “bizim coğrafyalardaki” tanıklıklarımız kendimizi onların yerine koymamıza neden olur? Avrupa’daki bir gösteri en fazlasından coplanma ile sona ererken, neden Ortadoğu’da cezalar taş taş üstünde bırakmamak şeklinde kesilir?

Bir şehri ya da bölgeyi işgal sonrası görülen yağma, tecavüz, katliam gibi insanlığın en aşağılık halleri, hangi hesabın hala görülememiş olmasından kaynaklanmaktadır? Neden, görüntülerdeki boğazlaşma sahnelerinin yanında, yaşamın normal akışında olduğunu görerek hayret eder, aynı durumda kalırsak repliğin neresinde yer alacağımızı düşünürüz?

Durup dururken insan, neden hangi yolla kendini savunacağı konusunda hesap yapar? Ortada fol ve yumurta yok iken; her şey güllük gülistanlıkken! Yoksa, bu konuda hiç düş kurmayan, rahatsız olmayanlar yüzünden mi huzursuzluk duyulur? O kara bayrakların benzerlerinin zaten yetiştirdikleri neslin elinde yükselmekte olduğu, bir yerlere dikilmek zorunda kalınmayacağı bilindiği için mi? 

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları