Asya tipi üretim tarzı-2

27 Ekim 2017 Cuma

Osmanlı-Türk değişme modelleri konusundaki yedinci yazım:
Okurlardan pek çok yorum aldım.
Belki bir bölümünü kullanırım.
Osmanlı-Türk siyasal ve toplumsal değişme çizgisinin, Osmanlı endüstrileşme sürecini kaçırdığı için, Batı’dan ve dolayısıyla Marxizmin klasik beşli şemasından farklı olduğu doğru bir teşhistir.
Bir zamanlar güncel olan “Osmanlı toplumsal yapısı Feodal miydi, Asa Tipi Üretim Tarzı mıydı” tartışmasında, Barkan, İnalcık, Kaynar gibi büyük tarihçilerle de sınayarak sahip olduğum ve 21. Yüzyılda Türkiye kitabımda açıkladığım kanı, bu yapının Asya Tipi Üretim Tarzı olduğu ama, 18’inci yüzyıldan başlayarak, özellikle de 19’uncu yüzyılda (Senedi İttifak sonrasında) Feodaliteye dönüştüğüdür.
Feodalite-Asya Tipi Üretim Tarzı, ATÜT tartışmasının sol siyaset bakımından önemi, işçi sınıfına dayalı olarak devrimci ya da demokratik bir siyasetin Türkiye’de geçerli olup olmadığı ekseninde önemlidir:
Toplum ATÜT düzeyinde patinaj yaparak, endüstrileşememiş, kapitalistleşememişse, işçi sınıfı da oluşamamıştır; bu nedenle de işçi sınıfına dayalı devrimci ya da demokratik siyaset sonuçsuz kalacaktır!

***

Bu teorik tartışmadan bağımsız olarak Atatürk’ün gerçekleştirdiği Türk Devrimi, bir Din/Tarım toplumu olan Osmanlı’yı, çağdaş bir endüstriyel/ kentsel (kapitalist) bir topluma dönüştürme yolunda atılmış çok önemli bir adımdır.
Bu devrim, sermaye ve işçi sınıfları oluşmadan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından kazanılan bir Bağımsızlık Savaşı sonunda, onun karizmatik gücüne dayanılarak, sınıfsal destek olmadan, yukarıdan aşağı gerçekleştirilmiştir.
Feodalite-ATÜT tartışmasının bir ucu da, bu nedenle, Marxizmin Türk Devrimi’ne ve Atatürk Reformlarına (Devrimlerine) nasıl bakacağı konusuna kadar uzanmaktadır:
Bir kesim, bu devrimi Sosyalizm/Komünizm öncesi gerekli olan yapıyı oluşturan, dolayısıyla gerekli bir aşama olan “Milli Demokratik Devrim” olarak nitelerken, başka bir kesim, yapılan reformları, Proletarya Diktatörlüğüne dönük olmadıkları için, Marxist Devrimi önleyen bir uygulama olarak görmüştür.
Benim, gecikmiş olduğu için “Anakronik” olarak nitelediğim Avcıoğlu’nun YÖN-DEVRİM modeli, “Milli Demokratik Devrim” tezinin “sivil ve asker bürokrasi eliyle devrim” formülüyle yeniden gündeme getirilmesidir.
Küçükömer’in Osmanlı’dan başlayarak, yöneticileri sağ, geniş köylü kitleleri, ezildikleri ve yoksul oldukları için sol görmesi ise tümüyle yanlıştır:
Çünkü ister ATÜT olsun, ister Feodalite, Din/Tarım Toplumundaki geniş kitleleri oluşturan köle nitelikle köylüler ne özgürleşen işçidir, ne de işçi sınıfının devrimci bilincine sahiptir!
Tam tersine, her ayaklanmada “Şeriat isteriz” diye bağıran Yeniçerilerin temsil ettiği kitleler, her türlü değişmeye ve çağdaşlaşmaya direnen Din/ Toprak Toplumunun egemen güçlerinin parçasıdırlar.
(Küçükömer konusunda yapılmış en iyi çözümleme, Zülâl Kalkandelen’in, güncel tartışma ve yorumların da ilaveleriyle şimdi yeniden basılmakta olan “İdris Küçükömer’in Tezleri, İkinci Cumhuriyetçiliğin Temelleri” adlı kitabıdır.)
BİLGİ DEMOKRATİK GÜÇTÜR:
DİREN DEMOKRASİ!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yeni anayasa tuzağı 19 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları