Hikmet Çetinkaya

İsmet Paşa’nın Sivas Nutku...

31 Ekim 2017 Salı

İlhan Selçuk, İsmet Paşa’nın 30 Ağustos 1930’daki “Sivas Nutku”nun Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna ilişkin önemli bir belge olduğunu söyler...
Diyor ki İnönü:
“Ben Lozan’dan döndüğüm zaman, Avrupa, Türkiye’nin mali tarihini, daima bir bataktan diğerine düşmeye mahkûm, içinden çıkılmaz vaziyette tasavvur etmekte haksız değildi...
Ya memleket kendi vesaiti ile kalacak, maaş veremeyen, yanmış, yıkılmış, harabeler içinde hiçbir imar yapamayan vaziyette, yeis ve nevmidi içinde kendi kendine çöküp göçecek, yahut yaşayabilmek için Avrupa’nın karşısında diz çökerek istiklal mücadelesinin bütün neticeleri pahasına ekmek parası arayacaktı.
Biz işte bu mali meseleyi halletmeye mecburduk: İstiklal mücadelesinin neticelerini hepsini muhafaza hatta takviye edeceğiz... Memleket dahilinde herkesin hakkını muntazaman ödeyeceğiz. Ve bundan başka memleketin imar ve inkişafı için mutlaka işler yapacağız...
İşte yedi senedir Cumhuriyet’in verdiği muazzam imtihan budur.”
(Tasavvur etmek= Düşünmek, tasarlamak; Vesait= Araçlar, olanaklar; Yeis ve nevmidi= Umutsuzluklar; İstiklal= Bağımsızlık; İnkişaf= Gelişme...)

***

Ulusal Kurtuluş Savaşı tarihte ilk kez verilmiş ve başarılmıştı.
Tarihte ilk kez bir İslam ülkesinde Aydınlanma Devrimi gerçekleşiyordu.
Çökmüş bir tarım imparatorluğundan arta kalan gırtlağına kadar borçlu bir ülke, dışarıdan yardım almadan ayakları üstünde durabilecek miydi?
İsmet Paşa’nın 30 Ağustos 1930’daki “Sivas Nutku”
o günlerde ülkeyi yönetenlerin ruhsal durumlarını vurgulaması bakımından önemli bir göstergedir.
İnönü’nün Avrupa’ya bakışının ne kadar gerçekçi olduğu da ortada. Hayal yok.
Avrupa’nın bakışı acımasızlıkla donanmıştı.
Gücünü kanıtlarsan yaşarsın, yoksa çöküp yok olursun...
Bugün de değişen bir şey yok.
Batı’nın dünyaya bakışında aynı ilkeler geçerli.
Türkiye Cumhuriyeti 2. Dünya Savaşı’nda büyük bir sınav daha verdi...
Barış sınavı!
Ülkeyi, savaşın ne demek olduğunu bilenler yönetiyordu; barışçılıkları harp alanlarında pekişmişti.
Avrupa birbirini yerken, Batı’da oluk oluk kan akarken, biz alevlerin dışında kalabildik.
Bugün Ortadoğu’daki savaşların dışında kalabilmek bile bize ne güç geliyor. 1991’de Sovyetler çöktükten sonra dünya haritası allak bullak oldu. Yepyeni ulus devletler ortaya çıktı; yeni sınırlar çizildi. Anadolu üstüne oyunlar oynandı. Türkiye üzerine hayaller kuruldu. Kurulmaya da devam ediliyor.
Laik Türkiye Cumhuriyeti içeriden ve dışarıdan tüm kundaklamalara karşın ayaktadır.
Cumhuriyet’in 94. yıldönümünde karamsar olmak için çok neden var...
Ama olamayız.
İsmet Paşa kuşağının verdiği sınavların yanında bizimki çocuk oyuncağı gibi kalır.

***

Ülkemizin aydın kişileri bizde felsefeci yetişmediğinden yakınırlar.
Doğrudur. Osmanlı’da felsefeci nasıl yetişecektir?
Felsefe, evrenin tepeden tırnağa sorgulanmasıdır; her şey aklın mahkemesinde yargılanacaktır.
Dogmacılık, felsefeyi yasaklar.
Eski Yunan’da Thales’le tohumlanan felsefe, Avrupa’da ortaçağ karanlığı altında ezilmiştir. Aydınlanma çağıyla birlikte büyük felsefeciler yetişti.
Türkiye bu gelişmenin dışında kaldı.
Peki, felsefeci nasıl yetişecektir?
1923 Cumhuriyeti, Türkiye’de 20. yüzyıla dek gelen medrese öğretimini yıktı. Cumhuriyetin Türkiye’deki adı ve anlamı “Aydınlanma Devrimi”dir.
Uygarlık tarihinde en önemli dönüm noktası sayılan “Aydınlanma”nın A’sından bile kaçınarak Türkiye’deki Cumhuriyet Devrimi’ni ele almak, körlerin fili yoklamasına benzer.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları