Meriç Velidedeoğlu

İkinci kumpas davası

03 Kasım 2017 Cuma

Evet değerli dostlar, görüldüğü gibi bu “Kumpas Davaları” sürecek...
İlki; “Birinci Kumpas Davası”, Ergenekon ve Balyoz Davaları’nı içeriyordu; bu ikincisi de “Cumhuriyet Gazetesi Davası”nı, kısaca “Cumhuriyet Davası”nı.
İlk Kumpas’ın, Ergenekon Davası’nda da suçlanan Cumhuriyet’in sorumlusu olarak İlhan Selçuk öndeydi, gündemdeydi.
Mahkemede yapacağı savunmada -maskaralığı da maskara eden- savcının hazırladığı binbir türlü suçlamaları içeren iddianameye karşı ilkin bu iddiaların, “Cumhuriyet Devleti’nin hukuk tarihine ibret belgesi olarak geçecek içerikte” olduğunu, ayrıca da “adalet adına bir isyan duygusu yaratabilecek boyuta ulaştığını” söyleyecekti, eğer yaşasaydı...
Çünkü bu iddianamede, “Cumhuriyet Gazetesi’nin, Yunus Nadi tarafından 1945 yılında, İstanbul Cağaloğlu’nda yayın hayatına atıldığı” yer alıyor, ardından “gazetenin Nazi İstihbarat Servisi’nce finanse edildiği” bildiriliyordu!
Bu akıl dondurucu suçlamalara karşı İlhan Selçuk, bu savcının “Cumhuriyet Gazetesini eline alma zahmetine katlansa, gazetenin başlığı altında ‘1924’ yılında kurulduğunu okuyabilirdi. (...) Bu aymazlığa (gaflet) düşen bir savcının durumu hem üzüntü verici hem de ürkütücüdür!” vurgusunu yaptıktan sonra da, “Bilindiği gibi, 1945 yılında artık ne milyonlarca insanı fırınlayan Hitler’den, ne Nazi Yönetmi’nden, dolayisiyle de Nazi İstihbaratından söz edilebilirdi. (...) Ayrıca 1945 yılında Cumhuriyet yayın yaşamının 21. yılını başarıyla sürdürüyordu!”
Bu alıntılar, İlhan Selçuk’un aramızdan ayrılmasından az sonra, Cumhuriyet’te yayımlanan, “İlhan Selçuk Hesap Soruyor!” dizisinde yer aldı.
Ve, İlhan Selçuk’un ortaya koyduğu savcının durumuna, “Kargalar bile güler!” demeye insanın dili varmıyor...
Bu gibi yanlışlıklar karşısında iddianameyi hazırlayan savcı/savcıların üzüldüklerinden söz edilebilir mi dersiniz?
Bu soru “Birinci Kumpas” sürecinde de sorulmuştu; ayrıca bilindiği gibi avukatlar, iddianamede yer alan bu tür gerçekdışı bilgilerin, tezgâhların, “kurmaca”ların, ciddiyetsizliklerin insanların yaşamlarına olan olumsuz etkisini, kimi kez verdikleri derin acıyı yadsınamaz bir biçimde durmadan belirtirler.
Belirtmesine belirtilir de, bu davayı başlatan, daha doğru bir söylemle, iddianamenin yazımında en büyük payı, dolayısıyle baş sorumluluğu olan “Savcı Murat İnam”ın, FETÖ Davası’ndan, ağırlaştırılmış hapisle yargılanmasına ne denebilir?
“Vicdan,” “İnsanlık”, “Hak”, “Hukuk”, “Adalet” mi?
Hepsi uçar, buhar olur...
“31 Ekim” günü, duruşmayı ayakta da olsa izlemek isteyenlere kürsüden gelen uyarı, can alıcıydı; duruşmanın başlaması için ayakta kimse kalmamalıydı; emir duyulur duyulmaz ayaktakiler yere çöküp oturuverdiler.
“Kürsü”de, hep olduğu gibi, “Başkan”, sağlı sollu “yardımcı yargıçlar”; sağda liseli bir kız öğrenci görünümünde gencecik bir yargıç, duruşma sürecinde çoğunlukla bilgisayarıyla meşgul oldu, solunda ise daha deneyimli bir yargıç.
Bu kürsüye, 1-2 merte uzaklıkta, dikey savcılık kürsüsü; hemen hemen hiç kıpırdamadan oturan “savcı”; dahası ne bir söz ne bir ses, öylece izleme; Ergenekon’da da bu görünümleri, sessizlikleri yönünden onların Mısır’daki “sfenks”leri anımsattığını belirtmiştim, yine öyleydi; bilinir, “sfenks”ler “taştan”dır...
Duruşmada, avukatların her biri, alkışlamak istediğimiz savunmalar yaptılar; ne ki bu duruşmaya damgasını vuran, tutukluların, özellikle de Murat Sabuncu ile Akın Atalay’ın yaptığı konuşmalardı.
Her iki kürsüdekiler de, “büyük” bir dikkatle dinlediler; izleyicilerin çoğu da öyle. “25-26 Aralık”ta -artık çok geciken- “özgürlük” beklentimize olumlu yanıt almak üzere Çağlayan’da olalım...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Erasmus 19 Mart 2021
‘12 Mart 1921’ 12 Mart 2021
‘Manifesto!’ 5 Mart 2021

Günün Köşe Yazıları