Kim Hasım, Kim Hısım? / 3

07 Eylül 2008 Pazar

ABD ekonomik krizlerle boğuşurken başta Çin, Hindistan ve Rusya büyüme oranlarıyla dikkat çekti.

Çok kutuplu dünyaya doğru

Duvarın yıkılması, Soğuk Savaşı kazanmasının ardından, zaman, ABD için tek süper güç olarak olmanın keyfini sürmek zamanı değildi Tersine, küresel hegemonya kurabilmek, yeni ev ödevlerini gerçekleştirmeyi gerektiriyordu. ABD, ekonomide güç kaybı yaşarken bunu askeri gücüyle telafi etme ihtiyacındaydı.

1990 sonrası hızlanan mal ve sermaye dolaşımı, hızlanan küreselleşme, dünyada müthiş bir sermaye birikimini ve birikimin farklı coğrafyalarda gerçekleşmesini getirdi. 1990-1999 dönemi ortalaması olarak 27,3 trilyon dolar olan küresel mal ve sermaye üretimi, 2007 yılına gelindiğinde 54,5 trilyon doları buldu.

1990’lı, özellikle 2000li yılların bu hızlı büyüme temposu, tabii bloklar, ülkeler, coğrafyalar arasında eşitsiz tempolarda cereyan etti. Batının, enerji, hammadde üreticisi olarak uzmanlaştırdığı, daha sonra emek-yoğun, çevre sorunlu sanayilerde uzmanlaştırdığı Asya, Orta Doğu ve Rusya (ve periferisi)nde hızlı büyümeler yaşandı.

Dünya ekonomisinde 1990-1999 döneminde gerçekleşen yüzde 3 ortalama büyüme, likidite bolluğu koşullarında 2000li yıllarda daha çok hızlandı ve ortalama yüzde 4,5a ulaşan bir hızlı büyümeye ulaştı.2008’de ise global düzeyde, ABDden başlayan önemli bir krize girildi. Bu krizin 2009a da uzaması bekleniyordu.

Özellikle ABD ekonomisi 2007den başlayarak önemli bir düşüşe geçti. 2008deki büyüme oranının yüzde 0,5e kadar düşeceği IMFnin tahmini.

Buna karşılık, Doğuda ekonomik büyüme dudak uçuklatıyor. Örneğin Çinin, Hindistanın dahil olduğu gelişen Asya bölgesinde sanayi ürün ihracatının rüzgarıyla büyüme oranı yıllık yüzde 7yi bulurken, petrol ve doğalgaz ihracında uzmanlaşan Rusyanın dahil olduğu BDTde yıllık yüzde 7nin üstünde , Orta Doğuda ortalama yüzde 6 dolayında büyüme gerçekleşti.

Yabancı sermaye akını

Yükselen ülkeler adı da verilen bu ekonomilerin yüksek büyüme hızları gerçekleştirmelerinde, bu ülkelere akan yabancı sermayenin önemli bir rolü oldu.

Çoğu, ABD ve Avrupa kökenli çok uluslu şirketler, yatırımlarını başta Çin olmak üzere Asyanın ucuz ve uysal işgücü deposu ülkelerine yönlendirdiler ve giderek kapitalistleşen ve derin bir iç pazar da yaratan bu ülkelere mevzilendiler. Giderek, Batının artık kar oranları yetersiz görünen demir-çelik,petrokimya gibi ağır sanayileri, bilgisayar programcılığı gibi hizmet dalları da bu ülkelere kaydırıldı.

Doğrudan yatırımın yanı sıra, adına sıcak para da denilen portföy yatırımları da bu yükselen ülkelerin büyümesine kaldıraç teşkil etti. IMF verilerine göre, 1997-199 ortalaması olarak yılda 117 milyar dolar yabancı sermaye çeken yükselen ülkeler, 2000-2003 dönemini ortalama 75 milyar dolarla geçirdikten sonra hızla artan likidite bolluğundan yararlandılar ve yıllık çekişlerini ortalama 250 milyar dolarlara, 2007de ise 605 milyar dolara kadar çıkardılar. Kriz yılı 2008’de bile bu bölgelere akan (akacak) yabancı sermayenin 330 milyar dolardan az olmayacağı ifade ediliyor.

Evdeki hesap çarşıya uymadı

ABD’nin küresel hakimiyetinin zayıflaması ve diğer küresel aktörlerin sahneye çıkışı ile birlikte Kafkasya, Afrika, Doğu Avrupa, Kuzey Kutbu, Latin Amerika yeni çatışma alanlarına dönüştü.

2000’li yıllara doğru dış ticareti ve bütçe açığı hızla büyüyen ABDnin küresel hegemonyasını sağlamak için, ABD çıkarlarını tehdit edebilecek küresel güçlerin oluşumunun engellemesi, özellikle petrol ve doğalgaz üreten bölgelerde hegemonyasını tesisi gerekiyordu. Paul Wolfowitz ve Dick Cheney önderliğinde 1992de hazırlanan Savunma Planlama Rehberiyeni dönemde en önemli hedefin, ABDye rakip olabilecek küresel güçlerin doğuşunu engellemek olduğu belirtiyordu. Rapora göre, Batı Avrupa, Ortadoğu, Doğu Asya ve eski SSCB olarak belirlenen dört coğrafyada, ABD çıkarlarını tehdit edecek küresel güçlerin oluşumunu engelleyecek bir rota izlenecekti ve ABDnin 11 Eylül sonrası uygulamaya koyduğu strateji bu koşullarda biçimlendirildi.

ABD’nin evdeki hesabı

ABD, öncelikli olarak Ortadoğuyu hedef seçmişti. Ortadoğunun işgali ABDnin evdeki hesabına göre, şunları sağlayacaktı;

1.\tABD, karşı konulmaz askeri gücünü sergileyerek tüm dünyaya kimin patron olduğunu gösterecek ve meydan okuyacaktı.

2.\tSSCB döneminde, iki kutuplu dünya koşullarında, kapitalist dünyaya tam entegre olmamış başta Irak olmak üzere Orta Doğu ülkelerinde yeni sömürgecilik ilişkileri geliştirilerek otorite tesis edilecekti.. Avrupadan Çine, Japonyadan Hindistana tüm büyük ekonomilerin giderek daha fazla muhtaç olduğu enerji kaynakları ele geçirilerek, rakiplere boyun eğdirilecek ve kapitalist sistemdeki hegemonya pekiştirilecekti.

3.\tKafkasya ve Orta Asyadaki enerji yataklarına sahip eski SSCBnin arka bahçesine ulaşılacak ve böylece Rusya da kuşatılacaktı.

ABD batağa saplandı

ABDnin umdukları pek gerçekleşmedi. Askeri güç Irakta batağa saplandı, Afganistan da bir batağa dönüştü. Tek patron ilanı ile kenara itilen Avrupalı müttefikler, ABDnin yardım çağrılarını ağırdan alarak, batağa saplanan ABDnin durumunu ellerini oğuşturarak izlediler. Dünyanın diğer coğrafyalarındaki gelişmeler de ABDnin keyfini kaçıran türdendi. Latin Amerikada iktidara gelen ABD karşıtı sol iktidarlarla uğraşmaya takat yoktu, enerji yoktu, yavaş yavaş ABD karşıtı bir kuşak oluşuyor, Brezilya, Bölgede önemli bir güç olarak boy veriyordu.

ABD, Ortadoğuda bölge hakimiyeti için İran ile kapışan Saddam rejimini devirmekle, istemeden İranın ekmeğine yağ sürdü. İran, ABD karşıtı Pan-İslamist söylemiyle bölgesel bir güç olarak sivrildi. İsrailin 2006daki Lübnan yenilgisi ve Filistin direnişini sonlandıramaması da bu durumu pekiştirdi.

Bu arada Kuzey Kore, nükleer program karşısında Bushun savaş açarız tehditlerini atom bombası denemesini yaparak yanıtladı. Pentagon , yeni bir cepheye cesaret edemedi, K. Koreyi alttan almak zorunda kaldılar. Sonuçta, evdeki hesap çarşıya uymamıştı. Ortadoğuda ABDnin askeri gücü batağa saplandı, artan direnç, karşı konulmazlık imajını bozdu, dünya çapında direnme eğilimlerini güçlendirdi.

Kontrol altına alınamayan Ortadoğu, özellikle de İran, ABDnin ulaşmayı hedeflediği Kafkasya ve Orta Asya önünde bir engel oluştururken, Rusya bu bölgelerdeki etkisini yeniden tesis edip enerji kaynakları üzerindeki denetimini pekiştirdi ve yeniden bir küresel güç adayı haline geldi. ABDnin enerji tedariki açısından kendisine tabi kılmayı planladığı Çin, Hindistan ve Avrupa ülkeleri, Afrika ve Latin Amerikadaki diğer petrol zengini ülkelerle ilişkilerini geliştirdikleri gibi Rusya ve İran ile de enerji ticaretlerini sürdürdüler.

Rusya, Çin, Hindistan ve Brezilya yükselen güçler olarak ortaya çıkarken ABnin miğfer devletleri, Afrika ve Akdeniz havzası başta olmak üzere eski sömürge bölgelerinde daha etkin rol oynayabileceklerini hissettiler ve planlar geliştirdiler..Dünyada artık tek değil, birçok çatışma alanı var. 2006ya kadar küresel çıkarlar Ortadoğudaki bölgeselleşen savaş içerisinde çatışıyordu. Ama, ABDnin küresel hakimiyetinin zayıflaması ve diğer küresel aktörlerin sahneye çıkışı ile birlikte Kafkasya, Afrika, Doğu Avrupa (füze kalkanı), Kuzey Kutbu, Latin Amerika yeni çatışma alanlarına dönüştü..

Kafkasya Orta Asya ve Orta Doğu enerji kaynakları üzerinde hakimiyet yarışına giren Rusyanın kuşatılması , ABD açısından yakıcı bir ihtiyaç haline gelmişken orada da fiyasko yaşandı. ABD, Afganistanın kontrolden çıkması ve savaşın Pakistana yayılması ihtimali karşısında başkanlık seçimleri sonrası önceliği Afganistan-Pakistan olarak belirlemişti. Ancak, Gürcistanın Güney Osetyaya saldırması , hesapları altüst etti. Bu hamle, Rusyanın bir adım öne çıkması için mükemmel bir fırsat oldu.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları