Atatürk’ü anarken: ‘Gelenekçi-liberal’lerin hüsranı - 14

10 Kasım 2017 Cuma

Osmanlı’nın çöküşü ilk kez Saray tarafından algılanmıştır....
Çünkü İmparatorluk, Osmanlı ailesinin yani “Padişahın mülküdür.” Elbette “mülkün” elden gittiğini ilk fark eden de onun sahibidir!
Dolayısıyla, çöküşü durdurmak için alınan tedbirlere, yani kimi zaman “Batılılaşma” denilen çağdaşlaşma ve modernleşme hareketlerine Saray öncülük etmiştir.

***

Saray, çöküşü hazinenin boşalmasıyla fark etmiştir:
Osmanlı da, bütün Ortaçağ’da Din/Tarım imparatorlukları gibi, hazinesi yoksullaştığı zaman, sefere çıkar, yeni topraklar fetheder ve kaynaklar bulurdu.
Ne var ki, 16’ncı yüzyıldan sonra, Endüstri Devrimi ile teknolojik atılım yapan Batı dünyası karşısında askeri gücünü de yitirince, hazinesini doldurmak için girdiği savaşlarda yenilmeye ve toprak kazanacağına toprak kaybederek daha da yoksullaşmaya başlamıştır.
Askeri yenilgilerinin nedenini araştıran Osmanlı, teknolojik açıdan geri kalmış olduğunu hemen keşfetmiş ve Batı’nın elindeki ileri teknoloji ve üstün silahlarla rekabet edebilmek için reform hareketlerine başlamıştır.
Saray’ın “mülkünü” korumak için giriştiği reformlar yerleşik düzenin bir parçası olan din adamlarını ve toprak ağalarını rahatsız etmiş, bunların kışkırtmalarıyla, eski düzenden nemalanmaya da alışmış olan Yeniçeriler “Şeriat İsterük” naralarıyla sokaklara dökülerek, her türlü değişmeye karşı çıkmışlardır.

***

“Gelenekçi-Liberal Cephe” işte bu süreç içinde, yöneticilere yani “Devlete” karşı durduğu için güya “Liberal”, yeniliklere karşı direndiği için de güya “Gelenekçi”dir...
Bu birbiriyle çelişen tutum ve davranışları, mezhep ekseninde birbiriyle bütünleştirmeye ve canlı tutmaya çalışmıştır.
“Gelenekçi-Liberaller” Osmanlı döneminde, Saray’a karşıyken, Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra “Halife- Sultan”a yani “Saltanat”a sahip çıkarak varlıklarını sürdürme çabasındadırlar:
İşte tam bu noktada Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Cumhuriyet” hamlesi, “Gelenekçi- Liberal Cephe”nin tam bir hüsranını simgelemektedir:
Çünkü artık siyasal iktidarın kaynağını halktan, milletten alıp, din/mezhep adına, Allah adına, bir Halife-Sultan’a, bir Padişah’a tevdi etmenin olanağı kalmamıştır.
Tek Adamlık sevdasında olanlar bile, bu sevdalarını bir din/mezhep anlayışına değil, saptırdıkları ve çarpıttıkları bir “Milli İrade” kavramına dayamak zorunda kalmışlardır.
Ve hiç kuşku yoktur ki, Yirmibirinci Yüzyıl Türkiye’sinde, Padişahlık geleneğini Tek Adam olarak sürdürmek isteyenler de hüsrana uğrayacaklardır.
DİREN TÜRK DEVRİMİ...
DİREN CUMHURİYET...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yeni anayasa tuzağı 19 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları