Önce hangisini yıkmalı? Devleti mi, ahlakı mı?

17 Kasım 2017 Cuma

Faşist iktidarlar güçlerinin büyük bir kısmını muhafazakârlıktan alırlar.
Muhafazakârlığı yükseltmek için toplumun yumuşak karnına oynarlar.

O yumuşak karın ahlaktır.
Vicdan ve akılla değil, korku ve inançla şekillenen sahte bir ahlakın meyvesini toplamak için hayatın her alanında fırsatlar kollar, şartlar yaratırlar.
Politik söylemlerini, toplumsal hassasiyetler bahanesiyle körükledikleri gericiliği onaylanmış bir hayat felsefesi olarak yaymak üzerine kurarlar.
İnsanlara bedenlerinden ve isteklerinden korkmayı dayatırlar.
Onları, gizlendikçe daha çok güvende olacaklarına ikna ederler.
Kapalı kapıları, yorgan altlarını ve suskunlukları yüceltirler.
İnsanları, utanmamaları gereken her şeyden utandıkça ödüllendirirler.
Ve aslen utanılması gereken bir sürü şeyden utanmamaya eğitirler.
Böylece ahlak adına meşrulaştırılan ahlaksızlıklar toplum tarafından tehlikeli bir uysallıkla sindirilir.
Ve ahlak adına yasaklanan özgürlükler, yine toplum tarafından tehlikeli bir hassasiyet bahanesiyle yerin dibine gömülür.
Kendi bedenlerinden ve kendi isteklerinden ölesiye korkan kalabalıklar muhafazakârlık kefenine sarılarak sahte bir ahlakla gerçek bir cehennemde yaşarlar.
Ve yaktıkları ateşte hem kendileri yanarlar, hem de kendileri gibi olmayanları yakarlar.
Neticede uçakta öpüşen çiftleri azarlayan adamın enerjisi hızla yükselir.
Sonra o enerji artık resmi nikâh kıyma yetkisi olan müftünün enerjisiyle birleşir.
Muhafazakârlık çıtası hızla aşağıya, en dibe doğru çekilir.
Bu hengâmede üç çocuktan beş çocuğa fırlayan üreme fantezisinin karanlığında kadının toplumdaki yerinden, toplumun aile anlayışına;
Cinsel kimliklerin öneminden özgürlüklerin sınırına kadar insani değerleri belirleyen ne kadar temel unsur varsa hepsi büyük bir ahlak erozyonunun altında kalarak un ufak olur.
Sonra bir bakmışsınız yaşadığınız ülkenin başkentinde bir LGBTİ film festivali valilik tarafından yasaklanıvermiş.
Bahane olarak da “toplumsal hassasiyetler” gösterilmiş.
“Toplumsal hassasiyet” muhafazakâr iktidarların en kalleş dayanağıdır.
Dini hassasiyetlerle geleneksel hassasiyetleri birbirine karıştırarak korkunç bir girdap yaratan bu iktidarlar, kendi tutucu ve korkak ve saldırgan dillerini tüm topluma mal ederek onu meşrulaştırmanın peşine düşerler.
Ve bu sırada da medeniyete dair “yapıcı” tüm unsurları yerin dibine gömerler.
Ve ülkenin başı, LGBTİ bireylere dair filmlerin gösterilmesinin toplumun bir kesiminde infial yaratacağına ikna olacak kadar düşmüş bir devlet zihniyetiyle derde girer.
Bu sadece farklı cinsel yönelimleri olan insanların iktidar tarafından görmezden gelinmesi ya da tehlikeli bulunması anlamına gelmez.
Kendi içine doğru göçen ve o göçüğün altında insanları yasaklarla ve tabularla şekillenmiş kâbus gibi bir hayata çeken iktidar, tüm değerleri yeniden belirleme yetkisini ele geçirmenin zaferini kazanır.
Bundan sonra...
Ahlaki tabuları köpürtmeyi marifet sayan bir devlet anlayışının karşısında haklardan ve özgürlüklerden bahsetmek gün geçtikçe daha da zorlaşır.
Eşcinselliği, lezbiyenliği, transseksüelliği, biseksüelliği bir hastalık ya da suç gibi gören...
Kabul edebildiği heteroseksüelliği de yasaklarla ve günahlarla raptuzapt altına almaya çalışan zihniyeti alt etmenin tek yolu onun karşısına inatla yeni ve gerçek bir ahlakla çıkmak ve bu ahlakta dayatmak...
Toplumu yeni ahlakla en hassas yerlerinden hiç acımadan vurmak...
Ve şu soruyu hiç bıkmadan sormaktır.
Toplum denen şey neye karşı hassas olmalı?
Aşka, sekse, bedene, hazza, özgürlüklere, şarkılara, danslara ve neşeli taşkınlıklara mı?
Yoksa bitmeyen savaşlara, üretiminden vazgeçilmeyen silahlara, yeraltından beslenen kirli ekonomilere ve dünyayı yöneten tehlikeli politikalara mı?
Bir de...
İnsan işe hangisini yıkmaktan başlamalı?
Devleti mi ahlakı mı, devleti mi ahlakı mı, devleti mi...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yanık saraylar 4 Ağustos 2021
Patron çıldırdı 30 Temmuz 2021

Günün Köşe Yazıları