Bağış Erten

Bir gıdım gazetecilik

22 Kasım 2017 Çarşamba

Gazeteciliğin inkişaf ettiği ülkelerde topluma mal olmuş, sosyal hayatta etki yaratmış biri öldüğünde arkasından özel yazılar yazılır. Pek çok iyi gazete bunun için özel sayfa ayırır. Hatta alametifarikası bu olan yazarlar bile vardır. Ama gün olur, herkes aynı konuyu yazar, herkes ‘arkasından’ yazarı olur. Çünkü o sayfalara sığmaz yazılar. Muhammed Ali öldüğünde dünyanın her yerinde herkesin kaleminin aynı şeyleri yazması gibi.
Anglo Amerikan gelenek bu yazı tipine ‘obituary’ diyor. Genç kuşağın en yetenekli kalemlerinden İnan Özdemir bu tip yazıların en iyisi diye hep Jimmy Breslin’in Kennedy yazısını örnek verir. Breslin, Kennedy’nin cenazesini herkesten farklı olarak mezar kazıcısı Clifton Pollard’ın bakış açısından anlatır. (Yazının orijinalini : https://nwsdy.li/2mJEcsC linkinden okuyabilirsiniz.) Bu seviyelere çıkmak zor. Ama arada sırada bir gıdım gazetecilik istemek hakkımız değil mi?
Naim Süleymanoğlu öldüğünde bunu sadece spora dair bir hadiseymiş gibi gören gazetelere çatmış Yılmaz Özdil. Hatta gazetecilik adına ‘mesleki soykırımın’ bir neticesi olarak görmüş bu durumu. Aynı gün Naim’e dair ‘obituary’ yazısı yazan Hıncal Uluç da muhtemelen onunla hemfikirdir. Ve bu sefer oldukça haklılar. Hakikaten, Naim sadece sporun konusu mu?
Time’a kapak olduğunu bildiğinize eminim. Peki onun, politikacı bir kimliği olmadan tek başına kapak olan ilk Türk olduğunu biliyor musunuz mesela? Ya da o dönem nasıl bir gündem maddesi olduğunu hatırlıyor musunuz? Neleri başardığını dökümlerden görmüşsünüzdür, peki ya hikâyesinin akışı? Onu tanıyanların anılarını?.. Türkiye’ye getirilişinin siyasi ve sportif perde arkasını?
Sadece olayların akışını da değil. Naim’in sosyal ve siyasal etkilerini hatırlatan bir araştırma okuyabildiniz mi? Bir yandan Bulgaristan’daki Türk kökenlilerin çektiği eziyetin simgesi oluşunu, diğer yandan bir iç politika malzemesi olarak nasıl kullanıldığını... Hem evlerde minicik çocuklara oklavalarla halter provası yaptıran bir esin kaynağı olduğunu, hem de politik açıdan sportif simgelerin kötüye kullanımının da simgesi haline geldiğini. Örtülü ödenek tartışmalarının, bugünü fazlasıyla hatırlayan ‘hamici’ devlet başkanı söylemlerinin, liberal görünümlü acımasız Özal politikalarının ‘harman’ olduğu bir dönemden bahsediyoruz. Aynı zamanda sportif açıdan bir kıpırdanmanın da...
Hatırlatmak/hatırlamak için yazıyorum bunları. Yoksa Naim Süleymanoğlu anısını lekelemek kimsenin haddine değil. Spor tarihinin en büyük efsanelerinden biriydi o. Ve belki de en ilginç ‘zafere kaçış’ öykülerinden birini yaşattı bize. Neyse ki Socrates’in ilk sayısında Atahan Altınordu’nun güzel araştırması sayesinde onun spordaki yolculuğunun sözlü tarihini okumuştuk (http://bit.ly/2z5EDDH). Peki bu olayın sosyal ve siyasal tarihi?.. Onun Türkiye’deki serüveni bir de sosyal tarih çalışmasını, azıcık araştırmacı gazeteciliği, ‘simgeler politikası’ üzerinden bir değerlendirmeyi hak etmiyor mu? Bunu yapmak için gazetecilik üzerindeki baskılar bahane değil! Peki ya kendisine ‘yerli ve milli’ olmayı vazife görenlere ne demeli? “Aman FETÖ’cü çıkmasın, aman solcu, Kürt, muhalif olmasın” diye yazacak konu bulamıyorsunuz. Naim haberi de mi gol değil!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bu sezon o sezon değil 2 Eylül 2018
Herkes biliyor 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları