Hikmet Çetinkaya

Nariskin’in do’su, fa’sı, mi’si...

28 Kasım 2017 Salı

Gece uykum kaçtı...
İlhan Selçuk’un bir kitabını alıp okumaya başladım.
Puşkin döneminde Çarlık Rusyası, eşzamandaki Batı Avrupa’dan çok gerideydi...
Bu söylediğim süreç 19. yüzyılın başlarında yaşanıyor; Puşkin, soylu bir aileden gelmesine karşın “liberal” fikirleri daha ilk şiirlerinde dile getirdiğinden Besarabya’ya sürülüyor.
O yılların toplumsal yapısında kölelik düzeninin kalıtımı küçümsenemeyecek ölçüde güçlüdür; kilisenin desteğiyle sürdürülür; soyluların uçsuz bucaksız topraklarında çalışan köylüler, köle kimliğinden öte bir kişiliğe kavuşamazlar.
Puşkin’i bu düzene karşı çıkması için kimse zorlamamıştı; ama soylu olmasına karşın hangi şeytan dürttü şairi? Bu ünlü yazar neden dili olmayanların dili olmaya çalıştı?
Soyluluğun rahatı mı batmıştı?
Puşkin’in Rusyası’nda soylulardan Nariskin’in, kölelerden oluşan bir orkestra kurduğunu anlatıyor İlhan Selçuk o güzel Türkçesiyle...
Her bir köle piyanonun bir tuşunu oluşturuyor varsayın.
İnsanlardan meydana gelen bu tuhaf çalgıyı koroyla birbirine karıştırmamak gereğini unutmayalım.
Çünkü Nariskin’in sazında her köle bir, yalnız bir notayı dile getirir; her biri görevli olduğu notanın adını taşır; bu adla çağrılırlarmış.

***

Aradan zaman geçince, adamların gerçek adları unutulmuş, sokakta görüldüklerinde:
Bakın” denirmiş, “Nariskin’in fa’sı geçiyor...
İşte Nariskin’in do’su...”
Hey!.. Nariskin’in mi’si, baksana buraya!..”
Nariskin’in re’si nasılsın?
Nariskin’in köleleri birer nota olmayı benimsemişler; bu işlevi yerine getirebilmek için yetenek ister; ayrıca tarlada, toprakta beygir ya da öküz gibi kullanılmaktan daha iyi bir görev değil mi!
Köylülerin hiçbirinde direnme görülmüyor, kendilerine sorulduğunda:
Sen kimsin?
Nariskin’in si’siyim” diyorlarmış.
Bir yaşam boyu aynı sesi çıkararak yaşayıp ölmek kimileri için alın yazısı mı?
Konuya eğilirken iki noktayı unutmaktan sakınmalıyız; çünkü olayın iki yanı var.
Nariskin’in tuhaf çalgısından hep belirli sesler çıkması, Puşkin’in ve Puşkin’lerin ortaya çıkmasını engellemiyor. Puşkin, Fransız devriminin ve İnsan Hakları Bildirisi’nin coşkular yarattığı bir dünyanın aydınıdır.
Nariskin’in insanlardan oluşan çalgısı, sazı ya da aleti hangi sesleri çıkarırsa çıkarsın, Puşkin’i etkilemiyor.
O, tarihi biçimlendirecek olan yeni düşüncelerin ve akımların insanıdır, şairidir, yazarıdır.
Puşkin biliyor ki, Nariskin’in do’su, la’sı, fa’sı tepki göstermese de doğruyu aramak ve söylemek kendisine düşer.

***

Olayın ikinci yanını İlhan Selçuk şöyle anlatır:
Kölelik ille de prangalar, kelepçeler, demir parmaklıklar ve taş duvarlarla somutlaşan bir kurum değildir.
Nitekim Nariskin’in do’su, re’si, fa’sı, mi’si ve öteki notaların ellerinde kelepçe, ayaklarında bukağı yoktu.
Uygarlığın bugün bile övündüğü sanat ürünlerini seslendiriyorlar...
Bach’tan, Vivaldi’den, Hendel’den parçalar söylüyorlardı.
Ama yaptıkları iş, benliklerini kölelikten kurtarmak için yeterli değildi.
Çağımızda bu türde çok insan vardır...
O insan, egemenin buyruğunda do-re-mi-fa olmakla iş yaptığını sanır; ancak bir alettir. Çünkü özgürce düşünmekten, dünyayı kavramaktan, bağımsız eleştiriden, bilimsel kuşkuculuktan yoksundur; kelepçe onun kafasına takılmış, bukağı beynine vurulmuştur.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları