Çözüm Tasarısı ve Cumhurbaşkanlığı Seçimi

28 Haziran 2014 Cumartesi

IŞİD 11 Haziran’da Musul’u aldıktan sonra Kerkük’e doğru ilerledi ve böylece Kerkük’te de dengeler altüst oldu. Bir zamanlar bizim için “kırmızı çizgi” olduğu iddia edilen, milli bir sembol olan Kerkük, Kürtler için de bir sembol haline geldi ve artık orada özerk Kürt yönetiminin bayrağı dalgalanıyor. 
12 Eylül askeri darbesinden bugüne izlenen yanlış politikalar ve bölge siyaseti Kürt sorununu bölge sorununa dönüştürmüş, güney sınırımızda fiili bir Kürt devletinin kurulmasına yol açmıştır. 
Uzun ve meşakkatli barış süreçleri, oldubittiye getirilmenin de ötesinde, Erdoğan’ın demokrasiden uzak uygulamalarıyla değil, ancak gerçek bir demokrasiyle, muhalefet partilerinin de katılımıyla ve toplumsal uzlaşıyla gerçekleşebilir. 
30, 35 yıldır süregelen tutarsız politikalar sonucu bölgesel sorun haline gelen, “biz sabretsek de zamanın affetmediği” ve artık Kerkük’te olup bitenlerden, IŞİD’den, Suriye’den, Irak’tan ve İran’dan ayrı düşünülemeyen Kürt meselesi ve çözüm süreci için hükümet TBMM’ye bir yasa tasarısı sundu. Birtakım genel talimatlar içeren tasarıda detaylı ve kapsamlı bir süreç tarifi yok. Tasarının, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kemikleşmiş Kürt oylarına oynamak için alelacele parlamentoya sunulduğu algısı ve gerçeği, tasarıda kullanılan dil ve zamanlamadaki samimiyetsizlik ancak geçici bir normalleşme yaratacak, kalıcı güveni ve çözümü sağlayamayacaktır. Yine de atılan adım, yasayı geçirmek için temmuz sonuna kadar parlamentoyu açık tutacak olan AKP’ye oy olarak geri dönecek mi, umulan barış gerçekleşecek mi, göreceğiz. 
Kürt meselesinde CHP’nin yapması gereken ise daha ileri söylemlerde bulunmak, adımlar atabilmektir. Bunu geçmişte SHP döneminde Güneydoğu raporuyla ortaya koymuştu. Bugün, ancak ezber politikaların ötesinde sözler söyleyerek güneydoğuda tekrar varlık gösterip meseleye müdahil olabilir ve Güneydoğu’da umulan barışın gerçekleşmesine katkı sağlayabilir. 
Bölgede bir dönemden beri dış politikamızı mezhepsel takıntılara kurban etmenin acısını hep beraber çekiyoruz ve gittikçe yalnızlaşıyoruz. Batıda ve doğuda Türkiye’ye karşı tepkiler yükseliyor ve tüm bunlara rağmen içeride tehlikeli bir biçimde hem siyasal hem de toplumsal zeminde öfke krizlerinin, ayrıştırıcı üslubun ve nefret dilinin hâkimiyeti devam ediyor. 
Cumhurbaşkanlığı seçimine gittiğimiz böyle bir ortamda ve konjonktürde toplumu itidale yönlendirebilecek, denge ve huzur ortamına çekebilecek çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu için ise itirazlar yükselmeye devam ediyor. Söz konusu muhalif grubun içinde Deniz Baykal da bulunuyor. Baykal’a göre İhsanoğlu’nun aday gösterilmesi “siyaset” değil “kurnazlık” yapmak. Halbuki CHP ve MHP’nin koalisyon adımı, ne demokrasi açısından ne de Türkiye’nin siyasi tarihi için yabancı ya da aykırı bir tutum değildir. 
Bilhassa bugün içinde bulunduğumuz siyasi gerçeklikte, Cumhurbaşkanlığı’na en yakın adayın AKP’den çıkacağını kabulle düşünürsek, muhalefet partilerinin bu yarışta şans bulabilmeleri için güç birliği etmeleri kaçınılmazdır. Söz konusu güç birliğinden doğacak yeni bir umuda karşı çıkmak, adayın bir koalisyon adayı olduğu unutularak “tam bir CHP’li” olması gerektiği gibi idealist ve fakat neticesiz, bireyselci yaklaşımlarla muhalefetin elini zayıflatmak mantıklı değildir. 
Ülkenin bu yangın halinden artık çıkabilmesine, bir zamanların klişeleşmiş, bugünün ise gerçek bir ihtiyacı olarak beliren “huzur ve güven ortamına” kavuşmamıza katkı sağlayacak sonucu görebilmeyi diliyoruz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları