Hikmet Çetinkaya

Yıldızların suskunluğu...

07 Aralık 2017 Perşembe

Gözlerimi kapadığımda akşamüstü yağmurları başlıyor, varlığımın yetişemeyeceği gelecek zamanlarda bir seferberlik karanlığı içimi kaplıyor...
Bir küçük kız çocuğu masallar anlatıyor, bir resim kendini arayanlara yardımcı oluyor...
Bir gerçek ki, tüm aynalara inat, bir heves ki şarkılarda olduğu gibi hüzünlü... Perdeyi biraz aralamanın saati geldi belki...
Sonra uzun süren bir sessizlik...
O anda titreyen bir yüreğin sesini duyuyorum, yaslı ırmakların içinden geçip bilinmeyen mevsimlere ulaşıyorum...
Sevinçsiz kelimeler nedir sizce?
Yıldızların suskunluğu neyin habercisidir bizce?
Işıklı bir göğü özlüyorum!..
Güneşli sabahları!..
Özgürlüğün kanadında, aşkla tanışan kadınları...
Ve ben sabah sabah Kartal Kavaklı Mahallesi’nde dolaşıyordum...
Çocuklar koşturuyordu sokaklarda...
Kendi aralarında konuşuyorlardı:
Kim bu amca?
Kadınlar kara çarşaflıydı!..
Kadınlar ürkekti!..
Kavaklı Mahallesi’nin Anafartalar Caddesi’nde bir ölüm sessizliği egemendi...

***

Kaçak düşleri kovalıyor gibiydim...
Ucu denize çıkan yollarda değil, bir başka ülkenin, ne bileyim Afganistan’ın Kâbil kentinin mahallesindeydim...
Onlar bana yabancı, ben onlara yabancıydım...
Oysa İstanbul’daydım...
Çocukları sevmek istedim, kaçtılar...
Kadınlar hızlı adımlarla uzaklaştılar...
Ellerim ceplerimde yürüyordum...
Büyük hayıflanmaların doludizgin olduğu kış sabahında, sevecenliğin titrek kumaşını arıyordum...
Bir yas kalabalığından arındırılmış, hüzünlerle örülmüş yazgının derinliğinden bir anlam çıkarmaya çalışıyordum...
Bulanık ırmaklar, mavisi çalınmış denizler, acının o çoğalan fotoğrafları...
Sahi neredeydim ben?
Nasıl gelmiştim, nasıl getirilmiştim, nasıl getirilmiştik?
Işığı kilitleyen, özgürlükleri çiğneyen kafelere girmiş kadınlar...
Suskunlar, hiç konuşmuyorlar!..
Korkuyorlar!..
Kilitlenmiş dillerinde, kapatılmış gözlerinde acı var onların!..
Bingöl’den, Muş’tan, Mardin’den gelmişler!..
Yoksullar!..
Benim ülkemin kadınları onlar!..
Uzak üzüntülerin, dökülen çiçeklerin, insan kokularının içinde değiller...
Yapayalnızlar!..
Uzun bir yolculuğa çıkmış gibiyim...
Anafartalar Caddesi’nden ayrılıyorum...
Kartal’da denizin yanıbaşındayım...
İnce bir sis bulutu var denizin üzerinde...
Aç martılar...
Bir süre denize bakıyorum...
Çıplak bir çığlığı, belki de sevincin kocaman merdivenini arıyorum. Mevsimler yanıyor yüreğimde...
Bir fırtına esiyor...
Tarlakuşlarının şakıdığını duymak istiyorum, başak kümecikleri üzerine düşen güneşin ışıklarını görmek!..
Öyküden de, yazgıdan da vazgeçilmez biliyorum, inancın damıttığı zehrin, acımasızlığın gölgesini görüyorum...

***

Kahroluyorum...
Kartal’da işte o mahallede...
Bana çok uzak duran çocuklar, kara çarşaflı kadınlar...
Buz tutmuş kalabalığında ölüler konuşmaz, bilir misiniz?
Çocukların gözleri gülmez, size hiç söylediler mi?
İşte akşamüstü yağmurları başladı yine. Yine gözlerim kapalı...
Titreyen bir yüreğin sesini duyuyorum, uzun süren sessizliğin ardından...
Yıldızların suskunluğu neden acaba?
Siz de ışıklı göğü özlüyor musunuz?
Haydi perdeyi aralayın biraz!..



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları