Kudüs trajedisi

10 Aralık 2017 Pazar

Amos Oz’u, Necef Çölündeki Arad kentinde, mütevazı evinde tanımıştım.
Yaşamını “kibbutz”larda geçiren idealist yazar, İsrail’in “güvercin” aydınlarının başını çekiyor, ’90’ların ilk yarısında yeni olan barış sürecini tüm belirsizliklerine rağmen destekliyordu.
Evinde yaptığımız unutulmaz bir röportajda bana; “İki tür trajedi vardır” demişti: Shakespeare ya da Çehov tipi. Shakespeare trajedilerinde, perde kapanırken sahnede kan gölü oluşur. Çehov trajedilerinde ise herkes hayatta kalır. Ama büyük tavizler veren herkes için hayatta kalmanın faturası ağırdır. Herkes hayal kırıklığına uğramıştır ve mutsuzdur. Ben, Filistinlilerle yaşadığımız trajedinin son kertede Shakespeare değil, bir Çehov trajedisi ile sonuçlanmasını diliyorum...”
Geçen yıllar Filistinlilerin trajedisinin ne yazık ki Çehov değil, Shakespeare trajedisi ile sonuçlanacağını gösteriyor.
Trump’ın Kudüs kararının ardından patlak veren ilk “Öfke Günü”nde henüz yeni iki kişi öldü, yüzlerce kişi yaralandı.
Önümüzdeki günler ve haftalarda bu protesto dalgalarının büyümesiyle, kanlı trajedinin yeni perdeleri açılacak…
 
‘Güvercinler’ yok artık
Oz, bugün suspus.
Trump’ın son Kudüs çıkışı için, “eski güvercin yazar”, “Bölgede artık ileriye dönük hiçbir kehanette bulunulamaz!” demekten öte başka hiçbir şey ekleyememiş.
Yalnız Oz değil, “iki devletli çözüm” adına zamanında mücadele eden David Grossman, Abraham Yehoshua gibi tüm diğer güvercinler de suskun. Ya da eski görüşlerinden açıkça çark etmiş durumdalar.
Yehoshua misal, “İki devlet bundan böyle artık hayaldir. İsrailli yerleşimcileri yerlerinden sökülemez!” diyor.
“Sarı Yel/Yellow Wind” adlı muhteşem bir kitapta ’80’li yıllarda, Filistinlilerin yaşadığı İsrail işgalini anlatan İsrail’in diğer namlı “güvercin”i David Grossman da çok sessiz. İsrail ordusunda bir oğlunu kaybeden Grossman da hiç ağzını açmıyor…
Bir bir sıralamak yersiz. İsrail’de bugün “güvercin” adı altında bir kategori kalmadı. “Barış Süreci”nin kahramanı Başbakan İzak Rabin’in 1995 yılında radikal sağcı bir Yahudi tarafından ortadan kaldırılmasıyla bir geri salınıma girildi.
Mescidi Aksa’ya daha sonra İsrail askerleriyle giren sağcı Şaron’un 2000’de fitillediği 2. İntifada da, bu güvercin parantezini sonlandıran diğer dönüm noktası oldu. Meydan o günden sonra neoconlarla paslaşan İsrail sağına kaldı…
 
Emperyalizm taşları döşenmiş
Bu ivmeye, 11 Eylül iklimi tuz biber ekti.
11 Eylül, solun dünyada etkisizleşmesine yol açarken; “Filistin sorununu” maskelemeye yarayan “İslamofobi ortamını” kuvvetlendirdi.
Sol kamuoylarında hep güçlü olan “Filistin sempatizanlığı” buharlaştı, bunun yerini Batı’da çok açık biçimde sergilenen kayıtsız şartsız bir “İsrail yandaşlığı” aldı.
Başkanlığı devraldığı yıllarda “Filistin halkının çaresizliğini kalbimde hissediyorum” vurgusuyla konuşan Obama da bir paradigma değişikliği yapamadı. Nihayet Trump’ın Beyaz Saray’a çıkmasıyla Netanyahu ve İsrail sağının pervasızlığı katlandı.
Trump tarafından “Kudüs’ün İsrail’in başkenti” olarak tanınması, bir günde olmadı.
Bugünden geriye dönüp baktığımızda, cehennemin kapılarının gerçekte Rabin’in öldürülmesiyle aralandığını görüyoruz ve barışın en ciddi İsrailli aktörü olan Rabin’in, aslında tam bugünlere ulaşabilmek için feda edildiğini anlıyoruz...
Aşırı sağ İsrail lobisi, birebir Rabin’in ortadan kaldırıldığı 1995’te harekete geçmiş.
Trump, Kudüs kararını ilan ederken 1995’te zaten kongre tarafından bu yönde alınmış bir karara atıfta bulundu…
“Ben bir yenilik yapmıyorum. 1995’te Kongre’den ezici çoğunlukla geçen ve benden önceki tüm ABD başkanları tarafından 6’şar aylık sürelerle ertelenen Kudüs’ün tanınması kararını yalnızca hayata geçiriyorum” dedi.
İsrail lobisi bu yasayı kongreden geçirtmek suretiyle taa 1995 yılından itibaren bugünün taşlarını döşemiş.
Emperyalizmin en tipik özelliği işte bu: Hedefi hiç gözden kaçırmadan çok uzun erimli ve böyle stratejik düşünmek!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları