Kadri Gürsel

ABD, Atilla’ya neden karşı?

12 Aralık 2017 Salı

New York Güney Bölge Mahkemesi’nde görülen davanın orijinal adı “US v. Mehmet Hakan Atilla”. Bu “v”, İngilizcedeki “versus” sözcüğünün baş harfi. Türkçesi “karşı” demek. “V”, kimin davacı kimin davalı olduğunu belirtiyor. “ABD, Atilla’ya karşı” adlı davada, ABD’nin tutuklu sanık Atilla’dan davacı olduğunu anlıyoruz.
Hukuki değil de siyasi okuma biçimlerine göre bu “v” harfinin ve onu izleyen adın anlamları değişebiliyor. İktidar mahfilleri ve medyasının okumalarında “Atilla” “Erdoğan”la yer değiştiriyor, “Erdoğan” da “Türkiye” ile. Davanın adı dönüşüyor ve “ABD, Türkiye’ye karşı” oluyor. Buradan da New York Güney Bölge Mahkemesi’nde bir “milli dava”nın görüldüğü sonucuna varılıyor.
Herkes siyasi ve ideolojik meşrebine göre bir okuma yapabilir ve bu farklı takdim tarzları da elbette tartışılmalıdır.
Türkiye’de “Bu bir siyasi davadır” diye kestirip atılıyor ve işin içinden bu şekilde çıkmak için en basit yol bulunuyor.
New York’taki dava hakkındaki ilk yazımda “17 Aralık New York’ta devam ediyor” demiştim. “New York’taki davada bir siyasi iradenin hukuki tezahürü söz konusudur” diye yazmıştım. Öyledir tabii. Lakin yanlış anlaşılmasın, bir davanın ardında siyasi irade varsa bu durum o davayı hukuki olmaktan alıkoymaz. Kriterimiz, esasa, usule ve adil yargılama ilkelerine riayet edilip edilmediğidir.
Misal, New York’taki mahkemeye sunulan bir kısım delillerin Cemaat’in 17 Aralık operasyonu sırasında toplanmış olması söz konusuysa, bu siyasi bir gerçekliktir. Bunların gerçek delil niteliğini taşıyıp taşımadığını tespit etmek ise hukukun alanına girer.
New York’taki davayı Türkiye’nin tamamı açısından “milli” kılan özelliği, içeriği ne olursa olsun ülkemizin utanılacak bir duruma düşürülmesidir. Bu fırsat ABD’ye verilmemeliydi. Böyle utançların farklı biçimlerde tekrar etmesinin önüne geçmek de milli bir görevdir.
Ve bu görev, başlıktaki soruya önce yasal çerçevede ve nesnel bir cevap vermekle başlar.
Şimdi bunu yapıyoruz...
İlk iş olarak İran’a yönelik Amerikan yaptırımlarının çok kısa tarihini aktarmak gerekiyor.
ABD’de ekonomi ve güvenlikle alakalı dış tehditlere karşı başkanlara kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi veren iki yasa söz konusu. Bunlar, İran’a karşı uluslararası terörü desteklediği ve kitle imha silahları geliştirdiği gerekçesiyle ABD başkanları tarafından kullanıldı. İlk olarak Başkan Reagan 1987’de İran menşeli ürünlerin ABD’ye ithalatını yasakladı. 1995’te Başkan Clinton, İran’da petrol yatırımlarını ve bunun yanı sıra ABD’nin bu ülkeyle her türlü bankacılık işlemini ve ticari faaliyetini durdurdu. Bir istisnayla: Dünyaca ünlü İran halıları ve havyarının ithalatı serbestti. 2010’da Başkan George W. Bush tarafından bu ürünlerin ABD’ye sokulması da yasaklandı.
New York’taki davayla ilgili olarak Türkiye’yi alakadar eden kararname 2008’de çıktı. Amerikan mali kuruluşları bundan böyle İran kökenli olmayan bankalar arasındaki İran’la ilgili ABD Doları transferlerine aracılık yapamayacaktı. Buna uluslararası bankacılık dilinde “U-Turn Transfers” deniyor; düz çevirisi “U dönüşlü para transferi”...
Bunun neticesi, petrolünü ABD Doları karşılığında satmasının güçleşmesi nedeniyle İran’ın ciddi darboğazlara girmesi olacaktı. Malum, uluslararası petrol ticareti Amerikan Doları ile dönüyordu.
Dolayısıyla, “ABD, Atilla’ya neden karşı” sorusuna verilebilecek yasal nitelikli cevap şudur:
Eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla, ABD’nin İran’a karşı tek yanlı olarak uyguladığı ambargo rejimini düzenleyen Amerikan yasalarını ihlal etmekle suçlandığı için...
ABD’nin İran’a uyguladığı, BM Güvenlik Konseyi kararlarıyla desteklenmiş herhangi bir uluslararası meşruiyeti bulunmayan tek yanlı ekonomik ambargo Türkiye’nin menfaatleri bakımından elbette ki kabul edilemez, adil de değildir... Ayrıca sadece Türkiye’ye değil bütün dünyaya ekonomik yüktür, sorundur.
Bu madalyonun bir yüzü. Öteki yüzünde de dünyanın katı ve acımasız gerçekleri var. ABD üçüncü taraflara şunu demiş oluyor: “İran’la hangi ticareti yapmak isterseniz yapın, ama bu işlerinizde benim para birimim olan Amerikan Doları’nı kullanırsanız sizi mali araçlarla cezalandırırım, yasalarımı ihlal edenleri ele geçirirsem hapse atarım. Cezası da 20 yıldır.”
O halde hem İran’la ticaret yapıp hem de uluslararası mali sistemin hegemon gücü ABD’nin tek yanlı yaptırımlarının hedefi olmamak için Amerikan parasını aradan çıkaran bir yol bulmak lazımdı. Bulamıyorsan da yakalanmayacaksın. İşin kuralı bu.
Ama adı “Reza Zarrab” olan yol, yol değildi. Hayattaki her işini yasadışı ve gayri meşru yoldan görmeyi huy edinmiş bir kötü tohumdu. Kullananın başını belaya sokardı, soktu da. İşte gördük.
BBC Türkçe servisinin New York’taki davanın tanığı Reza Zarrab’ın verdiği bilgiler ve mahkemeye sunulan kanıtlardan hareketle hazırladığı bir haberde, İran’la altın karşılığı petrol ve doğalgaz ticaretinde Amerikan ambargosunun 10 mali adımda nasıl delindiği anlatılıyor. Merak eden bu linkten okuyabilir:
http://www.bbc.com/turkce/ haberler-turkiye-42181154
Bu karmaşık adımların 10’ncusunda Amerikan Doları’nın, ABD’deki mali kuruluştan geçerek İran’ın kullanımına uygun hale geldiği görülüyor. Yukarıda bahsettiğimiz, 2008’de yasaklanan aracılık işlemi yapılıyor.
Sorunun kök nedenini ortaya koymak için bu yazının son sözünü söyleyelim:
Reza Zarrab gibi bir sahtekârı, bir sosyopatı, Türkiye’nin bakanları ve kamu bankalarının yöneticileriyle hemhal eden faktör, ülkeye hâkim olan sorunlu siyasi kültürdür. Bir yönetici sınıf, kontrolsüz gücü ele geçirdikten sonra uydurduğu “operasyonel akıl” ya da “devlet aklı” gibi arızalı mefhumlara meftun olmuştur. Cezasızlık kültürünün de koruması altında büyüyüp genişleyen denetim dışı gri alanlardan, nüfuz ticareti ve usulsüz işlerden elde edecekleri menfaatın cazibesine kapılmışlardır. Türkiye’nin başına Reza Zarrab belasını saran, kontrol ve fren mekanizmalarının yokluğudur.
Yazının başlığı, “Reza Zarrab’a neden karşı değildik” de olabilirdi. Ama bu sorunun cevabını da kısaca verdik sanırım.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İdlib’de yüzleşmek 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları