Hikmet Çetinkaya

Gözlerini kısma öyle...

14 Aralık 2017 Perşembe

Sen her zamanki gibi deniz kıyısındaydın... Belli çocukluğuna ilişkin anılar topluyordun....
Neler konuşuyordun, hüznün penceresinden?
Pablo Neruda’nın Sandalcı Türküsü’nü dinlerken bile kendi içi evrenin, tüm renkleri topluyordu doğadan...
Utangaçtın!..
Gözlerini kısarak konuşuyordun...
Bir zamanlar sen ve ben umutları ve kışları bölüşmüştük eski zaman masallarının ortasında...
Ama işin sonuna varamamıştık...
Jean Folain’in adını ilk kez duymuştun...
Dört yana ilkyazı getiren o kasabanın tek boyacısı, kara suratlı dükkânını yeniden boyuyordu...
Peşimizi bırakmayan şarkılardan habersizdik, on yedi yaşın delişmenliği içindeydik...
Yine bir zamanlar okyanus ırmağının kıyısındaydık, İlkgençlik yıllarımız geride kalmıştı.
Raymond Queneau’yu okurduk gün boyu, top gibi kırmızı bir güneşin altında...
Sevdalarımız bizi bırakıp gitmişti ama yüreğimiz sevgiyle örülüyordu...
Baharın şafağında yürüdük hep!..
Özgürlüğü sevdik!..
Silah sesleriyle uykularımız bölündü...
Arkadaşlarımızı, sevgililerimizi, yaşamı birlikte bölüştüğümüz kadınlarımızı, erkeklerimizi pusu kurup öldürdüler...
Selimiye’yi, Mamak’ı o yıllar tanıdık!..
Bak hava puslu bugün...
Kuşlar ahşap evlerin çatısında kanat çırpıyor...
Deniz durgun...
Bakıyorum da yüreğin kulak kesilmiş, unutulmuş sevdanın derinden gelen soluğuna...
Sevginin o güzel ezgisi, güneşi gözlerinde saklayan senin bedenini ısıtmış...
Sevdan tüm erkekleri vuruyor bugün...
Yine siyaset yapıyorsun, faşo’ların kesilmiş bıyıklarıyla gövde gösterisine, Bülent Ecevit’in hükümet protokolüne kafanı takıyorsun...
Sonra, çok sevdiğin Jorge Carrera Andrade’nin dizelerini mırıldanıyorsun:
Gülüm ölüm yüzyılında doğdun, / makine, melekleri çoktan kovalamıştı. / Son faytonun geçişine bakıyordu Quito,/ faytonla birlikte ağaçların geçişine,/ yüzyılın eşiğindeydik,/ sessizliğin gevişini getiriyordu inekler,/ rüzgâr, atları mahmuzluyordu.

***

Gözlerini kısmadan konuşmayı öğrenememiştin...
Elinde çiçekler vardı ve koşuyordun...
Zaman durmuştu sanki...
Birden eski fotoğrafları çoğaltmaya başladın...
Bir tuhaftın...
İnatçı bir korkuyla titreyen aşkın, uyuyan ırmaklarda buluştuğunda çılgınlaşıyordun...
Yıllar önce bir akşam Leon Paul Fargue’nin üşüyen çiçeklerine dokunmuştu parmakların...
Bir mavi kâğıt parçasına yazdıklarımı, sana uzatmıştım...
Ne yazıyordu anımsıyor musun?
Dinle:
Yağmur yağıyordu ve sen üşüyordun...”
Gözlerinin yüksekliğinde sisten, kara buluttan, her şeyden çok aşk fırtınasından etkilenen bir ışıltı görülüyordu...
Birden Antonio Mochado’ya baktın. Ona ellerini uzattın. O seni incecik belinden tuttu ve kendine çekerken şöyle dedi:
Düşlerimin güzel kadını/başkalarıyla konuşuyorsun hep,/ başkalarıyla, kıskandırmadan beni!
Yalnızlık yağmura benziyordu o akşam. Dışarda ölgün sarı sokak lambaları, içindeki hüznü, biliyorum, daha da çoğaltıyordu.
Her şeyden bıkmıştın ve yalnızlık içinde kendi yüreğine teslim olmuştun...
Televizyon haberleri tekdüze geliyordu sana. Her akşam ölümlerle, kadın cinayetleriyle dolu haber bültenleri seni bir başka zaman dilimine sürüklüyordu...
O yok olan Madrid akşamlarında çocukluğunun geçtiği kentlere gidip geliyordun...
Türkülerine eskisi gibi sevinç sinmiyordu. Kalemin çırpınışlarla koparılıyordu.
Attila Josef ne diyordu o gece Budapeşte’de sana?
Anımsatayım:
Yoksulun karşısında ürküntüden titrer zengin/ Yoksul korkudan titrer zenginin karşısında/ Çünkü aslolan şey korkudur hayatımızda/ Ve düzenbazlık, ama orada yeri yok umudun.
Yağmur yağıyordu ve sen üşüyordun...
Aşksız bir yaşam sana göre değildi...

***

Yaşamın derinliğinden fışkıran nedir söyler misin? Acı nedir, kavga nedir, umut nedir anlatır mısın?
Deniz kıyısındasın ve tek başınasın...
Gözlerini kısma öyle!..
Ağlama!.. Hırçınlaşma!..
O kurşun vızıldamaları, pusular artık senin yaşamından çıkmalı...
Artık büyüdün, farkında mısın?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları