‘Kör Olma da Gör Beni’

20 Aralık 2017 Çarşamba

“Nasılsınız?” diye sorduklarında “pek iyi değil”den, “fena”ya, gittikçe kararan “halet-i ruhiye”mizi yansıtan, içinde hiç umut taşımayan cümlelerle anlatıyoruz halimizi. Her yeri zehirleyenler, yalan üzerine kurulu havayı iyice karartanlar, kirletenler yüzümüze utanmaz bir sırıtışla bakıyorlar. Hâlâ onları iktidardan nasıl uzaklaştırabileceğimizi, ama hâlâ kendi aramızda tartışıyoruz.
Bulduğumuz yanıt, savaşı kanlı, kahramanları yenik, kadınları edilgen bir Yunan tragedyasına benziyor:
Tragedyada mutlu son yoktur.

***

Hava gerçekten kirlendi. Tıpkı Fikret’in şiirinde olduğu gibi “bir inatçı sis”, bir “dud-u muannid” yalnız kentin değil tüm ülkenin üstünü, tüm gökyüzünü kapladı. Uzaylıların istilasına uğramış dünyalılara mı benzeyeceğiz? Kendini yitirmiş, içgüdüleriyle yaşamaktan, bir parça ekmeği kemirmekten başka bir şey düşünmeyen, tüm değerlerden sıyrılmış, ahlaki kaygılarını yitirmiş bir kitleye mi dönüşeceğiz?
Bu mudur başımıza gelen? Galiba evet!

***

En iyimser olanımız bile seçimleri yitireceği besbelli “metal yorgunu” partinin iktidarda kalmayı bir şekilde “başaracağına”, yitirse de “kazanacağına” inanıyor. İktidarda kalmanın yöntemleri üzerine yapılan hazırlıkları aktaranların ortak yargısı, yozlaşmanın yalnızca elinde güç biriktirenlerde değil, toplumun tamamında egemen olduğu yönündedir. Ama hâlâ kendilerini yitirmemiş dostlarımız, gerçekte ahlaki bir sorun olan “boş vermişliğin”, insanları aktif olmaktan çıkardığını, pasif izleyicilere dönüştürdüğünü anlatıyorlar.

***

Sisi dağıtmak, insanları günlük yaşamın, politik mücadelenin evrensel etik değerlerini; insan haklarının sınıfsal karakterini anımsamaya, onlara sahip çıkmaya çağırmak zorundayız. Peki bunu nasıl yapacağız? Aslında “doğru olanı” biliyoruz. Yıllardır peşinde koştuğumuz, enine boyuna öğrenmeye, öğretmeye çabaladığımız “doğruda” büyük bir değişiklik yoktur. Ama yollarda büyük değişiklikler, aşılması güç engeller, modern tuzaklar var. O yolda yürüyebilmemiz, stratejinin esnekliğine inanmamıza, örneklerini şaşkınlıkla, gıptayla izlediğimiz kahramanlık ahlakını yeniden kutsamamıza bağlı.

***

Bu havayı değiştirecek, toplumsal nefes alma mekanizmalarını çalıştıracak, zehirli havayı tahliye etmenin bir yolunu bulacaksak, ilk işimiz, evrensel etik kurallarının dejenere edilmesine militanca ve entelektüel düzeyde karşı çıkmak olmalı. Medyaya, üniversiteye saldırmalarının temel nedeni buydu. Ne yazık ki, amaçlarına büyük ölçüde ulaştılar; medya gün geçtikçe eriyor, bir zamanlar tartışmaya açık olan üniversiteler susturuldu, yakın zamana kadar halkın çıkarlarına angaje olmayı kural bellemiş kültür sanat dünyası yoksunluğun, kimi alanlarda yozlaşmanın hizmetine girdi.

***

Bu kadar ağlamak, bu kadar sızlanmak yeter! Yaşam savaşında, siyasi mücadelede evrensel etik kuralları ciddiye almakta zorlanıyor muyuz? Öyleyse oradan başlayalım. Nerede yıkıldıksa orada ayağa kalkalım. Yapılacak iş bellidir, bakmaktan çok görmeye yoğunlaşacak, şairleri, örneğin Hasan Hüseyin’i okuyacak, görülmeye çağıranı görecek, “Kör olma da gör beni” diyeni duyacağız.

***

Dönülecek ilk köşe umutsuzluk köşesidir. Mücadele etmenin ilk koşulunun, yenilmeye değil yenmeye yoğunlaşmak olduğunu hatırlamaktır.
Yapılacak ilk iş bu umutsuz, bu uğursuz yazıyı kaldırıp atmaktır.
O zaman sonu ölümle damgalı tragedyadan, onun mutsuz sonundan kurtulacak, “zorunluluğun ancak anlaşılmazsa kör olacağına” ilişkin bilge sözlere kulak verecek, doğrunun peşinden inatla, kararlılıkla yürüyeceğiz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları