‘Bir telefonu bile yok!’

22 Aralık 2017 Cuma

Moda’da bir kafede oturuyorum. Hava oldukça soğuk fakat mekân korunaklı, üşümüyor insan. Yan masada iki genç kız var. Konuşmuyorlar. Ellerindeki cep telefonlarıyla meşguller. Sıkça rastlanan bir görüntü. Kahve ısmarlıyorum, geliyor, içip bitiriyorum. Yan masadaki suskunluk sürüyor. Bu arada üç köşe yazısı okuyorum gazetemden.
Nihayet konuşmaya başlıyorlar. Kızlardan biri soruyor: “Ne oldu, Berk’le aranız mı bozuldu?” Öbürü, “Öyle gibi…” diye yanıtlıyor. Soruyu soran şaşkın. “Nasıl olur? Hani âşıktınız birbirinize… Yakışıklı, çalışkan bir çocuktu. Eli ekmek de tutuyordu. Sahi ne iş yapıyordu?” “Bilgisayar mühendisiydi. Dediğin gibi iyi bir çocuktu.” “Peki, neden ayrıldınız? Aldatma, kıskançlık falan…” “Hiçbiri değil. Anlaşamıyorduk. Haberleşemiyorduk.” “Nasıl yani?” “Cep telefonu yoktu. Onu ancak işyerinden ya da evinden arayabiliyordum.” “Tek neden bu yani…” “Evet, bu!”
Günümüzdeki genç kızlar için mobil telefonu olmayan bir erkekten ayrılmak arada aşk da olsa “normal” bir gerekçe olmalıydı. Terk edilen o genç erkeği düşündüm. Mesleği gereği gün boyu dijital bir dünyada yaşıyor, sonrasında o dünyayı yanında taşımak istemiyordu. Bence anlaşılabilir bir durumdu. Fakat bu durum günümüzün genç kuşakları için kabullenilemez bir olağandışılıktı. Telefon taşımamak bir yoksunluktu onların gözünde.
Aklıma Sezen Aksu’nun seslendirdiği Kemal Burkay’ın “Bir kedim bile yok” şiiri geldi. Bu yoksunluk şiirini “Bir telefonu bile yok” başlığıyla tanık olduğum duruma uyarlamaya çalıştım kafamda.
Kızlar kalktılar. Ben kaldım. Kafenin önünden geçenleri izlemeye başladım. Yaşı 25’in altında olan kız erkek gençlerin ya ellerinde ya da arka ceplerinde birer cep telefonu vardı. Yürürken telefonda konuşan her üç gençten biri kafenin tam önündeki kaldırımda taşların arasındaki kot farkları nedeniyle tökezliyor, düşecek gibi oluyor, bana gülümsemek düşüyordu.

***

Türkiye mobil telefonla 1994 yılında tanıştı. İlk görüşme 23.2.1994 günü dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile dönemin Başbakanı Tansu Çiller arasında gerçekleşmişti. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanlığı’nın açıkladığı verilere göre 2017 yılının ikinci çeyreğinde Türkiye’deki sabit telefon abone sayısı 11 milyonda kalırken, mobil telefon abonesi sayısı 76.6 milyona ulaşmış.
31.1.2017 itibarıyla ülkemizin nüfusu 79 milyon 814 bin 871’dir. Bu sayılar mobil telefon kullananların birden fazla aboneliği olduğunu gösteriyor.
Türkiye’de piyasaya sürülen hiçbir sanayi ürünü mobil telefon kadar artış göstermemiştir.
Günlük hayata dikkatlice bakınca bu artışın şaşırtıcı olmadığı görülüyor. Örneğin, anneler ilköğrenim çocuklarını okul servisine bindirirken ellerine bir telefon tutuşturuyor, “Okula varır varmaz beni ara!” diye tembihliyorlar. Bu çocuklar mobil telefonla büyüyor, küçük yaşlarda bu elektronik aygıtı kullanmada ustalaşıyorlar.

***

Mobil telefon bu iletişim çağında hiç kuşkusuz yararlı bir aygıt. Ne var ki yanlış kullanımda sağlığa çeşitli zararları var. Bir süre önce İstanbul Kadir Has Üniversitesi’nde gerçekleştirilen “Cep telefonunun sağlığa zararları” konulu konferansta konuşan Amerika Çevre Sağlığı Örgütü (Environmental Health Trust) Kurucu Başkanı ABD’li Dr. Devra Davis’e göre “Günde yaklaşık 2 saat cep telefonu kullanan erkeklerin sperm sayısı normal erkeklere nazaran yüzde 30 düşürüyor. Günde 4 saatten daha uzun süre cep telefonu kullanımı ise sperm sayısını yüzde 40 oranında azaltıyor. Dolayısıyla bu kişilerin çocuk sahibi olma ihtimalleri azalıyor. Ayrıca hamilelik sırasında bebeklerin DNA ve hafızalarını olumsuz etkiliyor. Bir yandan da vücut ve beyin her an cep telefonlarının yaydığı mikrodalga radyasyonun yarısını emiyor. Telefon ile konuştuğumuz zamanlarda mikrodalga radyasyon nedeni ile beyin hücrelerimizin bir kısmı ölmeye başlıyor.”
Teknolojiden tabii ki yararlanalım ama dikkatli kullanarak…  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Veda 28 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları