Aslı Aydıntaşbaş

Almanya’yla yumuşama

28 Aralık 2017 Perşembe

Almanya makamlarına göre, yaz ortasında Türkiye cezaevlerinde Alman vatandaşı 22 “siyasi tutuklu” vardı.
Almanlar, o dönem Avrupa Birliği yetkililerine bu rakamı verirken adi suçlardan tutuklu Alman vatandaşları ile “siyasi tutuklu” dedikleri arasında bir ayrım yapmış, gazeteci Deniz Yücel ya da Af Örgütü’nün Büyükada’da düzenlediği seminere katılan insan hakları aktivisti Peter Steudtner gibi, herhangi bir terör eylemine bulaşmadığı halde terörle suçlanan Alman vatandaşlarını “siyasi tutuklu” diye tanımlamıştı.
Bugün bu rakam, 8’e indi. Geçen haftalarda Alman vatandaşı gazeteci Meşale Tolu Çorlu’nun sürpriz bir şekilde tahliye edilmesiyle (benim hesabıma göre) cezaevinde kalan Alman “siyasi tutuklu” sayısı 8’e indi.
Bu düşüş, bir tesadüf değil; zira diğer gazeteci davalarında ciddi bir tahliye dalgası yok. Cumhuriyet davasının bu hafta görülen duruşmasında, Türkiye’de hukuk nosyonunu komedi haline getiren utanç verici iddialarla tutuklanan meslektaşlarımızın tutukluluklarının devamına karar verildi. Ancak FETÖ ya da PKK ile suçlanan Alman vatandaşları bir bir serbest kalıyor. Nasıl mı?
Çünkü bir süredir Almanya ve Türkiye arasında özel bir kanal kuruldu ve Ankara bu kanal üzerinden Almanya’yla ilişkileri yumuşatmaya çalışıyor. Almanya’ya sürekli kafa atarak Avrupa ile bir yere gelinemeyeceği belli oldu. Derin Ankara’nın bakışı, Berlin’le aslında ekonomik işbirliği ve Ortadoğu konusunda “ortak çıkarlar” olduğu ve ABD’yle ilişkilerin kötü gittiği bir dönemde Berlin’le de kavga etmenin anlamsız olduğu yönünde.
Bu yüzden de fark etmişsinizdir, “Bunlar Nazi!” diye başlayan cümleler, Almanya’yı terör ve Türkiye’de terörizmi desteklemekle suçlayan yandaş gazete manşetleri ‘şak’ diye kesildi. Almanya konusunda tam bir sessizlik var.
Bu çok önemli. Ancak sanmayın ki Alman seçimleri sonrası doğrudan Cumhurbaşkanlığı ve Şansölye’nin ofisi arasında kurulan bu direkt hattın amacı, Türkiye’nin Avrupa Birliği ya da demokrasi yoluna tekrar dönmesini sağlamak. Türkiye’nin mevcut durumu göz önüne alındığında, bunlar çok gerçekçi olmayan hedefler.
Berlin-Beştepe hattındaki asıl amaç, kriz yönetimi. Sürekli kavgalı giden bu ikili ilişkiyi, daha sakin bir alver üzerine oturtmak.
Ve belki de ileride Türkiye’nin Avrupa Birliği ile kuracağı ilişki biçimini, sakin bir pazarlıkla müzakere etmek.
Bu çerçevede bizde tutuklu Alman vatandaşları yavaş yavaş serbest bırakılıyor. Her ne kadar Deniz Yücel davasında kısa dönemde bir adım beklenmese de, Deniz Yücel gibi Cumhurbaşkanı tarafından bizzat gündeme getirilmeyen diğer davalarda bir yumuşama var. Alman pasaportu olanların tutuksuz yargılanması eğilimi öne çıkıyor. (Büyükada davasındaki tahliyeleri de doğrudan bu pazarlık çerçevesinde gerçekleşti.)
Peki bunların bize faydası var mı? Sorunun cevabı, “Biz” derken kimi kast ettiğinize bağlı. Almanya’yla kavga döneminin bitmesi, muhtemelen stratejik anlamda iktidara bir faydası var. Avrupa’dan eleştiri dozunun bir nebze azalacağını düşünüyorum.
Ancak “Biz” derken demokrat kesimi ya da toplumun genelini kast ediyorsanız, bu yeni sürecin bize bir hayrı yok. Alman pasaportunuz varsa ve siyasi konular yüzünden cezaevindeyseniz, bu “yumuşama” sürecinin hayrını görebilirsiniz. Ancak bu tip kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklar, genelde demokrasiyi güçlendirmek değil ikili çıkarlar adına yapılıyor. “Sen bana, benim vatandaşlarıma dokunma, ben sana uyguladığım örtülü ambargoyu kaldırırım” misali...
İyi olan, gerilimin azalması, ileride ekonomik rahatlama ihtimali. Kötü olan, artık Türkiye’nin Avrupa Birliği perspektifi ve demokratikleşme, bu tarz ikili al-ver anlaşmaları üzerine bambaşka bir sistem kurulması.
Ez cümle, fiili olarak Avrupa ile “imtiyazlı ortaklık” sürecine geçmiş olmamız.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yaklaşan facia 6 Eylül 2018
Bu mu devlet aklı? 26 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları