Aslı Aydıntaşbaş

Vasatın iktidarında ayakta kalma sanatı

04 Ocak 2018 Perşembe

İran’da yaşananlarla ilgili yapılan zırva, saçma yorumlar, her satırından cehalet akan yazılara bakıyorum. Televizyonlarda çıkan siyaset yorumcularına, sahte siyaset belgesellerine, amatör beyin yıkama çabalarına bakıyorum.
Sonra Diyanet’in 9 yaş fetvasıyla ilgili savunmaya geçenlere ya da gıkını bile çıkartamayanların zavallılığına... “Haber sitesi” denilen yerlerin kargacık burgacık haline, gazetelerin acıklı mizanpajına, 2017 yılında insanlık bambaşka kaygılarla boğuşurken bizim her gün maruz kaldığımız seviyesizliğe...
Yahu biz nasıl yaşayacağız bunca saçmalığın ortasında?
Tamam baskıya, zulme alışırız, direnir ya da ona göre gardımızı alırız. Ama biz bu vasatlıkla, bu cehaletle nasıl yaşayacağız?
İşte bu, içinden geçtiğimiz dönemle ilgili demokrat, aydın ya da iyi kötü mürekkep yalamış tüm vatandaşlar için en büyük sorunlardan biri...
Vasatla yaşamak zorunda kalmak, tam bir lanet. Ama bir de işin içine cehalet girince, demokratik sabır bile yetmiyor.
Oysa ben yıllar yılı anne-babalarımızın kuşağındaki aydınların muhafazakâr camiayı hakir görmesine, merkezin sağda siyaset yapmak isteyen herkese aşağılayıcı etiketler yapıştırmasına sinir olurdum. Bu tepeden bakan tavrın, sol ve laik kesimin toplumun geniş katmanlarına nüfuz edememesinin temel nedeni olduğunu düşünürdüm.
Gel gör ki 15 yıllık muhafazakâr iktidar tecrübesinden sonra, kimsede milli irade romantizmi yapacak derman kalmadı. O kadar kötü bir yönetim tecrübesi ve o kadar net bir ahlaki çöküş var ki karşımızda, bunu kabul eden toplum kesimlerine sempati duymak mümkün değil. Türkiye’nin mevcut kutuplaşmasında bir taraf kötülükleri, diğer taraf da değişim arzusunu savunuyor. Bu da bizleri, artık alenen ve hiç utanmadan kötülüğü savunan kesimden tamamen koparıyor. Ruhen, maddeten ve beşeri olarak hiçbir ilişkimiz olmasın istiyoruz, baskıyı savunan, zulmü görmezden gelen ya da en basitinden 11 yaşındaki kız çocuklarını evlendirmek isteyen ya da buna göz yuman insanlarla.
Peki ne yapacağız? Hasbelkader aynı ülkedeyiz. Gidip başka bir vatan kuracak halimiz yok. Tası tarağı toplayıp başka bir yerlere taşınmak da istemiyoruz. Birlikte yaşamaya mahkûmuz ama bu insanlarla, bırakın siyaseti, aynı değerlere bile inanmıyoruz.
Üstelik, yaşadığımız ülkede, iktidarın uygulamalarına yönelik haklı ve geniş bir isyan olsa da, aynı İran’da ya da Mısır’da olduğu gibi kurulu düzen bu haykırışı duymamaya, özgürlükler konusunda kimselere nefes aldırmamaya kararlı. Şiddet tekelini elinde tutan devlet, toplumun değişim isteyen kesimini düşman görüyor.
Ne yapacağız?
Görmezden geleceğiz. Onları görmemeyi, duymamayı kendimize öğreteceğiz. Kendi köylerimizi, kasabalarımızı, komünlerimizi kuracağız. Kendi gazetelerimizi okuyacağız. Mahallelerimize çekileceğiz ve orada özgür, modern ve eşitlikçi yaşamlar kuracağız. Kadınlarla erkeklerin aynı mekânları ve hayatı paylaştığı, aynı işlerde çalıştığı, masayı birlikte kurduğu, birlikte topladığı, dans ettiği, güldüğü dünyalar kuracağız.
Onlardan gelen saçmalıklara karşı vurdumduymaz olacağız. Kanallarını seyretmeyeceğiz, sokaklarında yürümeyeceğiz. Sataştıklarında cevap bile vermeyeceğiz. Kendi alanımızı koruyacağız. Bizim gibi düşünen, çağdaş değerlere ve demokrasiye inanan insanlarla birlikte yaşayacağız, aynı sofralarda yemek yiyeceğiz, diğerlerinin sesini duymamak için müziği sonuna kadar açacağız.
Çocuklarımızı onların zehirli dillerinden, zehirli beyinlerinden uzak tutacağız. Her gece uyutmadan onlara ileride daha iyi bir ülkede yaşayacaklarını hatırlatacağız.
Kendimizi, ailemizi, ruhumuzu şerden ve cehaletten koruyacağız. Çoğunlukken ürkek bir azınlık gibi yaşayacak, ayakta kalabilmek için onların kötülüklerini görmeden, sokaklarına girmeden, sözlerini duymadan ilerleyeceğiz.
Bu “öğretilmiş körlüktür” diyebilirsiniz. Olabilir. Ama şimdilik, böyle yaşayacağız...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yaklaşan facia 6 Eylül 2018
Bu mu devlet aklı? 26 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları