Hikmet Çetinkaya

‘Datça sana yaraştı..’

09 Ocak 2018 Salı

Yeni yılın ilk günlerinde aklıma şu soru geliyor, Can Yücel yaşasaydı nasıl anlatırdı bu günleri...
Siyasi kimliğiyle mi, Adana Cezaevi’ndeki günleriyle mi, yoksa yanından bir kez olsun ayırmadığı içki şişesiyle mi, ünlü küfürleriyle mi?
Sevgi Duvarı” adlı şiiri, Can Baba’yı belki en iyi biçimde anlatıyor, onun sevgi dolu yüreğini bizlere yansıtıyor:

Sen miydin o, yalnızlığın mıydı yoksa
Kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
Dilimizde akşamdan kalma bir küfür
Salonlar piyasalar sanatsevicileri
Derdim günün insan arasına çıkarmaktı seni
Yakanda bir amonyak çiçeği
Yalnızlığım benim sidikli kontesim
Ne kadar rezil olursak o kadar iyi

Can Yücel’in fotoğraflarına bakıyorum...
Düşlerde mi anımsanır aşk, yürekte mi büyür hüzün?
Bir çift acılı gölge İvanov’un Tanrısal mezarı üzerindedir. Aynı gizin iki sesli ağzı, aynı düşün titreyen kanadı olur...
Divan kapının yanındadır, karşıda aynalı dolap vardır...
Tuhaf duygular içindedir sevdanın resmi...
Ey koca Can Yücel, eski günlerden kalan sevda, saçındaki o çiçek nerede?
Ben bu soruyu, bir imbat akşamında İyonya’nın kıyısında bol rakılı masada sormuştum Can Yücel’e...
Yorgo Seferis’ten dizelerin okunduğu yıldızlı gecelerde, yunusları barındıran gürleyen toplara, bir zaman acılar salan denize karşı...
Yıllar önce o saatlerde Akdeniz ve İyonya yaraşıyordu tüm kadınlara...
Gözlerimizde hüzün vardı... Gözlerimizde sevgi...

***

Bilmem yarı aydınlık gecelerde umudumuzu boş yere tüketmenin acısını mı yaşattık yıllar boyunca...
Ellerimizde var olan sevdaları kış bahçelerinde saklamaktan usandık!..
Bilinmeyen zamanın içinde bizlere vız gelen uğultuları dinlemekten, karabatak kuşlarına, cehennem güllerine bakmaktan yorulduk!..
Yoksa korkularımızın, aşklarımızın bizi bir gün terk edip gitmelerinden mi korkuyorduk?
Ama gitmediler!..
Andre Laude’nin dizelerini çıplak, güzel ve taze; aşkın ve ölümün ağlatısında mı ezberlemiştik?
Ey koca Can Yücel!..
Tıpkı Yannis Ritsos gibi göklere inanırdık eskiden, aşklarımız denizlerin rengini gösterirdi bize; yalnızlıklarımız ise ölü kentleri, unutulmuş ormanları, boğulmuş gürültüsüyle...
Gök şimdi yaralı bir martı...
Sen hep şiire, aşka ve ölüme inanmıştın!..
İlhan Selçuk, bak, sen hastalandığında ne güzel anlatmıştı seni:
İyi ki Can var...
Yoksa dünya bunca güzel olmaz, bizim evin çevresindeki erik ağaçları mart ayında çiçek açmazdı.
Can’ın iyi ve kötü huyları vardır; iyi huylarından biri içkiyi sevmesi, ikincisi öfkelendiğinde sövmesidir... Ancak bu huylar herkese yakışmaz; İçmek ve sövmek Can kadar güzel şiir yazan da iyi huy sayılır; sıradan adamın içmesi ve sövmesi ayıptır, kötüdür...

***

Datça sana yaraştı..
O yeşil yapraklar arasına parlak kırmızı ibrişimle işlediği kuşlar biliyor musun kül rengi ve kapkara kesildi birden ölüm gecende...
Bunca gün, bunca gece, bunca yıl yorulmuştu bedenin...
Datça’da denize karşı mezarda kendiliğinden açmış çiçekler...
Üstünde meltem...
Kekik kokuyor kadının elleri...
Diyorsun ki:

Uzun sulardan tirenler kalkıyor
Islak bir istasyonda iniyorum akşamları
Adım başında bir gaz’te ölüsü
Bozuk bir şemsiye gibi kapanıyor gün

Ve bir kapı açılıyor
Senin iki kanatlı kapın
Ne benim yalanlarım ne de haftalarca yağmur
Kimseler yıkayamaz ellerinin beyazlığını

Özlüyoruz seni Can Baba!..
Şiirlerini, sövgülerini...
Yüreğini!..
Sonra haykırıyoruz:

Neden sonra buldum o kaçakçı mağarasını
Gözlerim kamaşınca senden
Ölüm belki sularından kaçırdığım
O loş suda yıkanmaktır
Durdukça yosundan yeşil
Kulaç attıkça mavi.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları