Üniversite ve Bilim: Sorun milli değer değil, özgür ortam

12 Ocak 2018 Cuma

Bilim ve eğitim... Bir ülkenin kalkınması için en önemli itici güç.. İsteğimiz kadar dünyanın en büyük adalet saraylarını inşa edelim, en görkemli alışveriş merkezlerini (AVM) açmakla övünelim, olmuyor, olamıyor... Çünkü çağdaşlığın kapısını açan anahtar, bilim ve eğitim. Bu ikilinin yeşerdiği yer ise üniversite. Bilgi, yenilikçi düşünce burada üretiliyor. Toplumun ihtiyaçlarına çözümler buralarda üretiliyor, sosyal, kültürel, ekonomik doku buralarda şekilleniyor... Bunun ayırdında olan ülkeler, uluslararası arenada rekabet güçlerini yükseltebilmelerinin yolunun buradan geçtiğini bilerek politikalarını oluşturuyorlar: Araştırma-Geliştirme kültürünü besleyici bir ortam hazırlamak, yetenekli insan kaynağını yetiştirmek gibi...
Eğitim uzun soluklu bir konu. Daha okulöncesinden planlanması gerekiyor; doğru, çağdaş eğitim için atılacak adımların. Yoksa en iyi üniversiteyi kurun, içine en yetkin bilim insanlarını doldurun, o eğitimi alabilecek kapasitede öğrenciyi daha ilköğretimden başlayarak en üst seviye olan üniversiteye doğru hazırlayamıyorsanız yine bir işe yaramıyor. Son yapılan bir araştırmaya dikkat çekmek isterim: 13 yaş matematik sınav sonuçlarının 25 yıl sonraki yetişkinlik “başarıları” ile eşleştirildiği bir araştırma bu. Sonuç: Lisansüstü eğitim yapma, patent üretme, yüksek gelir elde etme, bilimsel yayın yapma - STEM (fen, teknoloji, matematik, mühendislik) alanında yayın yapmaları, çocuk yaşlardaki akademik başarıları ile doğrudan ilişkili...
Türkiye’de hepimizin iyi bildiği gibi, eğitim uzun yıllardan beri kanayan bir yara ve iktidarın gündemine sadece kendi siyasi görüşü ve politikaları doğrultusundaki icraatlarla sınırlı kalarak girebiliyor. Bu da bildiğiniz gibi türban ve imam hatipler, Kuran kurslarından bir adım ötesi olamıyor... Neden eğitimde ilerleyeceğimize geriliyoruz? Bu işi neden başaramıyoruz? Neden ve nasıl cahil mezunlar yetiştiriyoruz gibi konulara kafa yorulmuyor hiç.
Kafa yorulmadığı, doğru politikalar oluşturulmadığı gibi kalkıp ülkenin tek adamı(!), Türkiye’nin uluslararası alanda sıralamaya giren birkaç başarılı üniversitesinden biri olan Boğaziçi Üniversite’ne gelip, üniversiteyi başarısızlıkla suçluyor; başarısızlığının nedenlerini milli ve yerli değerlere sahip çıkmamakta bulabiliyor.
Bunlar çok acı, çok kaygı verici. Bir diğer boyutu da, “ötekileştirici” söylemini üniversitelerin içine sokması...
Türkiye’de bugün 200’ün üzerinde üniversite bulunuyor. Her gün yeni bir üniversitenin adı karşımıza çıkıyor. Aralarında bünyesinde hiç kadrolu profesörün bulunmadığı üniversiteler de var, lise düzeyinden öteye geçememişler de. Etraf adı sanı duyulmamış bir üniversiteden profesör unvanını alıp, bir özel üniversiteye kapağı atan akademisyen vasfına sahip olmayan öğretim üyeleri ile kaynıyor... Türk üniversitelerinin uluslararası dergilerde yayımlanan makale sayıları belki artıyor ama dünya sıralamasındaki yerleri bu artışla doğru orantılı olarak yükselmiyor. Nedeni, makalelerin etki değeri düşük, alt dilimdeki dergilerde yayımlanması..
Kimi akademisyenlerin kapalı devre gruplar kurarak atıflarını yükseltmek için makalelerinde sürekli olarak birbirlerine referanslar verdikleri de biliniyor.
Sonuç: Eğer bir üniversite başarı değilse bunun sebebi “milli ve yerli değerlere sahip olmamak” değildir. Kaldı ki, dünyanın kabul gören sıralamalarında dereceye girebilen üniversitelerimizi “milli ve yerli değerlere sahip olmamakla suçlamak” hem haksız bir eleştiri hem de kafayı kuma gömmektir.
TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik’in, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın suçlamaları ile ülke gündemine giden üniversite konusunda “Türkiye’deki üniversitelerin akademik olarak başarılı olduğu, ancak uluslararası düzeyde daha üst sıralara çıkması için öncelikle özgür bir düşünce ortamının sağlanması ve sağlam bir demokrasi kültürü gerektiği” şeklindeki açıklaması asıl meseledir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Biz modern insanlar... 12 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları