Masal gibi ama aslında gerçek

21 Ocak 2018 Pazar

Ekranda anlatılan öyküyü izlerken kendimi Lewis Caroll’un “Alice Harikalar Diyarında” adlı masal kitabındaki küçük Alice gibi hissediyorum ve Mine’nin kulağına eğilip fısıldıyorum:
-Ali harikalar diyarında!
Gülümseyerek yanıtlıyor:
- Mine de!..

Gerçekten, anlatılanlar 2018 Türkiye’sini yaşamakta olan bizlere masal gibi geliyor. Oysa Steven Spilberg’in “The Post” filminde anlattığı, masal falan değil, 1971 yılında ABD’de yaşanmış gerçek bir öykü.
ABD Savunma Bakanı McNamara’nın isteği üzerine Vietnam Savaşı ile ilgili olarak bir rapor hazırlarken Truman’dan başlayarak, birbirlerini izleyen, Eisenhower, Kennedy, Johnson ve Nixon’un başkanlık dönemlerinde, aslında kazanılmasına imkân olmadığı açıkça belli olan savaş konusunda Amerikan halkını ve dünyayı kandırdıklarını kavrayan ordu analisti Daniel Elsberg, daha sonra Pentagon belgeleri olarak adlandırılacak, bu devlete ait çok gizli raporu, New York Times’ı sızdırır.

***

Olay bundan sonra hızlanıyor. Nixon iktidarı, New York Times’i vatan hainliği ile suçlayarak, belgelerin yayımlanmasını engelliyor.
Ama bu sırada belgeler, içinde bulunduğu mali çıkmazı sermaye piyasasında halka açılmakta arayan, o dönemlerde henüz görece küçük bir aile kurumu olan Washington Post’un da eline geçer. The Post’un sapına kadar gazeteci Genel Yayın Yönetmeni Ben Bradlee’ye patrona bunları yayımlamak için ısrar eder. Babasının kurduğu Washington Post’un başına kaderin sevkiyle geçmiş olan kadın patronu Kay Graham, sermaye piyasasının ve basın dünyasının, hepsi de erkek olan önde gelenlerinin ihtiyatlı olması, bu belgeleri yayımlayarak, sermaye âlemi ve kinci Nixon’un tepkisini çekerek, babasından tevarüs ettiği, gazetesinin batmasına neden olmaması yönündeki baskı derecesine varmış uyarılarıyla karşı karşıya kalmasına rağmen belgelerin yayımlanmasına karar verir.
Sonrası, bu olayı 2018’de ekranda izleyen bir Türk vatandaşı için masal gibidir.
Belgeleri yayımladığı için Post’u da, vatan hainliği ve casusluk yaparak ABD’nin emniyetini ve Amerikan vatandaşlarının can güvenliğini tehlikeye atmakla suçlayan Nixon yönetiminin yasaklama talepli başvurusuna karşılık yargı, belgelerin yayımlanmasına karar verir.

***

Filmin devamında yargının, ABD’nin kurucu atalarının halkın gerçeği öğrenmesine verdiği önemi vurgulayan kararı, basın özgürlüğünün yönetenler için değil, yönetilenler için var olduğu ilkesine duyulan bağlılık, emperyalizmin şahikası, çirkin Amerika’nın bütün bunlara karşın var olan öbür güzel yüzü bir Türk yurttaşı olarak hepimizi imrendirerek gözler önüne seriliyor.
Öykü, kötü adamının, gazeteci değil de halkı aldatan Başkan’ın olduğu bir masal gibi.
Oysa anlatılanlar masal değil gerçektir ve nihayetinde yerinden olacak olan da gazeteci değil, onlara Beyaz Saray’ı yasaklayan kindar Nixon olacaktır.
Filmi izlerken benzer olaylar Türkiye’de cereyan etseydi, neler olurdu diye düşündüğümde aklıma MİT TIR’ları davası geldi. ABD’de devletin hazırlattığı gizli raporun yayımlanması casusluk ve vatana ihanet kabul edilmeyip halkın gerçeği bilme özgürlüğü çerçevesinde ele alınırken, Türkiye’de herkesin bildiği, daha önce yayımlanmış bir olayı haberleştirmek devlet sırrını ifşa etmek ve casusluk sayılmakta, bu yüzden şu anda, casuslukla suçlanan ve hakkında ömür boyu hapis cezası istenen eski gazeteci bir milletvekili tutuklu olarak, artık Türk gazetecilerinin ikinci adresi olan hapiste yatmaktadır.
İşte size bir yanda, keferelerin savundukları, demokrasinin temel ilkelerini oluşturan yabancı değerler, bir yandan da bizim uygulamalarımızın temeli olan “yerli ve milli” değerler.
İnsan bunlardan hangisini seçer?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları