Hikmet Çetinkaya

Zambaklar giyinmiş genç bir kız...

23 Ocak 2018 Salı

Uzun uzun konuşmuşlardı o gece...
Yaşamın içinden küçük öykücüklerdi birbirlerine anlattıkları... Yarınlar maviye ve kızıla dönüşen seslerle çoğalacaktı. Doğan günle açılacaktı sayfalar... Uyandıklarında deniz durgundu...
Fırat kıyısında bir kuş havalandı o saatlerde, Kızılırmak’ta ağaçlar uyanmak üzereydi...
Harran Ovası’nda renk renk giysiler içindeki genç kızlar yaşamın kendi derinliğinde türküler söylüyorlardı...
İkisi de dalıp gitti!..
Erkek ayağa kalktı, balkon kapısını açıp masmavi denize baktı...
Dedi ki:
“Karanlığın içinde aydınlığı arıyoruz yıllardır...
Bak, iç çekişmeler mevsimindeyiz artık...
Karl Krolow’un ağıtlarında buluşuyor, Yannis Ritsos’un, Octavia Paz’ın uzaklardan yankılanan sesini duyuyoruz...
Söyle haydi, neden bıraktık tüm sevişmeleri?
Hani uykuların derinliğinde yakaladığımız umutlarımız vardı bizim!”
Kadın da balkona çıktı...
Erkeğe, “Gökyüzüne baksana” dedi, “Tüm umutlarımızı salmışız oraya, renk renk uçurtmalar gibi.”
Erkek gülümsedi; sonra kadının elinden tuttu. İşaret parmağından öptü...
Saydam gövdesini açan gün ikisinin gözlerinin içini okuyordu...
Erkek, kadına Octavia Paz’ın dizelerinde seslendi:
Boşlukta dönüyor duruyor genç kul
Başıboş bulutlar, çevrinti, hava.
Esneyen kocaman bir ağız gökyüzü.
Bir köpekbalığının ağzı, içinde
gülüyor keskin ışıkları yıldızların.
Zambaklar giyinmiş genç kız, geliyor
söküyor dişlerini uykucunun
fırlatıyor yaşı belirsiz havalara:
yıldızlar, o kırpışan adacıklar
dökülüyor bir bir ve tuz!
yayılıyor üstüne örtülerin;
yaralı balıkçıl tüy yağmuruna dönüşüyor,
gitar kırılıyor ve ayna
ay ışığı gibi paramparça.
Heykel devriliyor.
Kolu bacağı
kıvranıyor toz içinde ve canlı.

***

Masmaviydi deniz... Bir süre denizi seyretti erkek ve kadın... Sonra gözlerini yumdular...
Belki de İyonya kentine gittiler... Durgun akşamlar içinde buluştular...
O saatte Sivas’ta, Erzurum’da, Diyarbakır çarşısında dolaştılar... Ömer Faruk Toprak’tan şiirler okudular:
gözler yollarda dağıtmış saçları rüzgâr
uzun zaman sonra gün ışığına çıkmışım
soluğunu duyuyorum yastığımda penceremde!
anıların kıyısında yürümüşüz beraberce!
şimdi ağır bas bariton sesiyle söylüyor
santa lucia’yı bir zenci ilerde
keten gömleğinde denizin tuzlu ağzı
gözleri gülüyor avuçları beyaz beyaz
bir ateşböceği ile bir an aydınlanan
korkmayan, yüzünü hatırlıyorum
bana yavaş sesle okuyor şiirlerini
sanki eğilmiş geceleri sulara
tenhada ağlayan bir nar ağacı
halbuki sen kahraman yüreğinle
bir kalp damarı gibi hızlı hızlı atardın
cesaretle bakardın uçurumlara
şimdi ağır ağır geçiyor beyaz bulutlar
yelkenleri ferah rüzgârlar dolduracak
yasla başını omzuma sıyrıl kederlerden
duyacaksın çünkü bu titremeyi yaşadıkça.

***

Uykuların derinliğinde kaybolan kadın ve erkek, uçsuz bir denizde bulunan kuş gölgelerinden habersizdiler...
Fırtınalarda sürüklenip giden aşk hırçınlığının zirvesinde buluşurken bile yüreklerinde derin izler bıraktılar...
Kurban edilmiş bir akşamdan bir sabaha bakarken Efrain Huerta’nın kızıl lal taşı dudağında, ak ve lekesiz bedeninde sevişmeye hazır bir tutku oldular...
İşte o sırada aşkın kanatlanışı ve uçuşu başlıyordu...
Bir tanrıdır sevda, çılgın ve karanlık
Canlı bir tanrı, adsız ve sözcüklerden arınık
geçirir o karanlık sessizliği şarkılarla,
Çaresiz dilime çığlık çığlığa battal evrene bir alev demetiyle,
ateş gömülü sinesinden bir yandan öbürüne,
Karanlık bilmez, sırrına erilmez, zulmünden kaçılmaz.
Erkek kadının elini tuttu ve bu kez serçe parmağından öperken şöyle dedi:
“Kanını kuşatan tutkulu ateşle ve kulaklarını patlatan fırtınayla yaşa... Yaşa ki hep şaşırt beni!..”
O saatlerde tenhada ağlayan bir nar ağacının altında zambaklar giyinmiş bir genç kız ile bir delikanlı düşler kuruyordu...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları