Aydın Engin

24 Ocak’ta, Berlin’de bir kanal kıyısında

24 Ocak 2018 Çarşamba

Bugün 24 Ocak, halk düşmanı, karanlık güçlerin arkadaşım Uğur Mumcu’yu aramızdan çekip aldıkları uğursuz gün.
25 yıldır her 24 Ocak’ta bir anılar seli boşalır.
İçin acır...
İki gün önce 22 Ocak’tı. Diyarbakır zindanında, kirvem Necmettin Büyükkaya’yı 12 Eylül cellatlarının aramızdan çekip aldıkları uğursuz gün.
34 yıldır her 22 Ocak’ta bir anılar seli boşanır.
İçin acır...
Beş gün önce 19 Ocak’tı. Alçaklıkta sınır tanımayan karanlık güçlerin yolladıkları bir tetikçinin, ahparik’im Hrant Dink’i aramızdan çekip aldıkları uğursuz gün.
11 yıldır her 19 Ocak’ta bir anılar seli boşanır.
İçin acır...
Dört gün önce 21 Ocak’tı. Arkadaşım, pek çok filminin senaryosunun Ghost Writer’ı (= Hayalet yazarı) olduğum, ölümcül bir hastalığın aramızdan çekip aldığı Yılmaz Güney’le son kez buluştuğum uğursuz gün.
34 yıldır her 21 Ocak’ta bir anılar seli boşanır.
İçin açır...
O anı sellerini söze döksem, yazıya aktarsam kalın, çok kalın bir kitap olur.
Yapamam, yazamam. İçim acır...

***

Ne tuhaf!
Rastlantı” sözcüğünün yetersiz kaldığı, yerine koyacak sözcük de bulamadığım bir ortak anı:
21 Ocak 1984’te, 22 Ocak 1984’te ve 24 Ocak 1993’te Berlin’deydim. Hem de Spree Irmağı’nın kentin içinden geçen kanallarından birinin kıyısında, hem de Alman halkının yüz akı, büyük devrimci Rosa Luxemburg’u Alman ırkçı-milliyetçi subaylarının öldürüp attıkları ve bugün alabildiğine sade bir anıtın suyun içinden fışkırdığı yerdeydim...
Ne tuhaf...
Ocak ayında, 21’inde, 22’sinde, 24’ünde ben sanki hep Berlin’de, o kanal kıyısında, o yalın anıtın yanında yürüyorum ve içim acıyor...
11 yıldır, 34 yıldır ve 25 yıldır bu böyle. Sanki hep Berlin’deyim ve hep içim acıyor...

***

Bugün 24 Ocak. 25 yıl önce bugün Uğur Mumcu’yu aramızdan çekip aldılar.
Mesleğe aynı gün, aynı saatte, aynı gazetede (Yeni Ortam dergisi) başladığım, Ankara Cebeci’de duvarlarından neredeyse sular sızan bir bodrum katında ev paylaştığım; geceler boyu bitip tükenmez siyasal tartışmalar sürdürdüğüm, kâh anlaştığımız, kâh ayrı düştüğümüz, bağırıp çağırdığımız, sarılıp kucaklaştığımız, çok ciddi yol ayrımları yaşadığımız Uğur Mumcu’dan söz ediyorum.
2018’in 24 Ocak’ında bir başka Türkiye’deyiz. Gün “Ah Uğur, vah Uğur” günleri değil. Marksizmin, Kemalizmin en ince ayrımcıkları üstünde tartışma günü de değil. “Bir fabrika dolusu işçiyi mi bilinçlendirmeye çalışmak daha akıllıcadır, yoksa emrinde bir koca alay bulunan bir albayı mı bilinçlendirmek daha akıllıca” yollu yer yer çocuksu tartışmaları sürdürmek de anlamsız.
Ama gazeteci gibi bir gazeteciyi, kavranması güç bir çalışkanlıkla, dağlar gibi mahkeme dosyaları arasında uykusuzluktan kızarmış gözlerle haberi, gerçek haberi, doğru haberi bulup çıkaran Uğur Mumcu’yu aramak, anmak ve onun gazeteciliğine alkış tutma, öylesi bir gazeteciliğe vurgu yapma günü..
Buna hiç kuşkum yok.
Ben yazılarda sık sık tekrarladım. Kimi okurlar hatırlayacaktır. Yineleyip noktalayacağım:
Bir sohbette Aydın Engin konuştu:
- Madem gazeteciyiz, halkın haber alma, doğru haber alma ihtiyacını karşılamaktır bizim görevimiz.
Cevap geldi:
- Değil oğlum, öyle değil. Halkın haber alma, doğru haber alma ihtiyacını değil hakkını savunmak ve ete kemiğe büründürmektir bizim görevimiz. Anladın mı?
Cevap Uğur Mumcu’dan gelmişti.
O gün bugün bunu bir meslek ilkesi belledim ve kendi cümlemmiş gibi tekrarladım.
Bugün bir kez daha tekrarlıyorum...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

25 ay 13 gün sonra 16 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları