Hikmet Çetinkaya

Şopen Sokağı...

06 Şubat 2018 Salı

Bir fotoğraf düştü önüme, bir bakış yaşamın içinde büyüdü, yüceldi...
Damardan boşalan kan gibi ılık ve uğultulu son lodoslar esmeye başladı...
“Mavi gözlü dev”, gecenin derinliğinde çaldı kapımı...
Ben, o sırada gökyüzünün beyazını laciverde boyamaya koyulmuş, seyir defterine minnacık bir not düşmüştüm:
“Yıldızları sakladım senin için!..”
Fotoğrafı elime alıp iri siyah gözlerini çıkardım ve önüme koyup konuşmaya başladım...
Şair, “Bugün ben çok yorgunum” dedi koltuğa otururken. O saatte Varna’dan bir ses duyuldu, Karadeniz yine hırçın ve dalgalıydı. İstanbul kıpkızıl çizgilerle bölünmüş, Boğaz sıcak ve koyu bir karanlığa gömülmüştü. Şair yerinden kalktı, birden balkona çıktı, mırıldanmaya başladı:
“Ne güzel şey hatırlamak seni;
Ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...
Ne güzel şey hatırlamak seni:
bir mavi kumaş üstünde unutulmuş olan elin ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...”
Her şey geç saatte başlamıştı.
Şair dert yüklüydü, şair hüzünlüydü...
Laciverdin içine sakladığım yıldızlar bir süre sonra özgürlüklerine kavuştu.
Dedi ki:
“En güzel deniz:
henüz gidilmemiş olandır.
En güzel çocuk:
henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz:
henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
henüz söylememiş olduğum sözdür...”
Geceydi ve ben umut yüklü gemilerde okyanusa açılmıştım... Çıplak ve merhametsiz bir çığlıkta umudu arıyordum...
Şair bana bakıp gülümsüyordu...
Gözlerimi yumup öylece kaldım.
Paris metrosunda mıyım, yoksa Moskova’da Kızıl Meydan’da mıyım, anımsamıyorum...
Birden şimşek çaktı, gök gürledi. Çok korktum. Fotoğrafa bir kez daha baktım, ona sarıldım.
Bilinmeyen bir evrende tek başımaydım. Çığlık çığlığa uyandım...
Bir düş görmüştüm!..

***

Bir fotoğraf düştü önüme, son lodoslar yeniden esmeye başladı...
Koyu ve karanlık bir gecede tek başımaydım. Umutsuzluğun o dayanılmaz yalnızlığı içinde tren saatlerini yakalamaya başlamıştım.
Önce gözlerine baktım, kirpiklerine dokundum. Çocuksu yürek atışlarından bir şeyler çıkarmaya çalıştım.
Saçları ay ışığıydı, kirpikleri lacivert...
Şair ayağa kalktı. Sinirliydi..
Dedi ki:
“Saçları saman sarısı kirpikleri mavi...”
O sırada silah sesleri duyuluyordu. Belki de Şopen Sokağı’nda mavi balıklı bir afişe ateş ediyorlardı. Kurşun seslerini bizden başka duyan yoktu...
O anda bir yıldız kaydı. Hiç beklenmedik bir konuk kapıyı çaldı. Hüznü kucaklayan bir başka şair Pablo Neruda “Denizkızı ile Sarhoşlar Masalı”nı anlatmaya başlamıştı.
Uzak bir aşkın rengindeydi gözleri. Umutsuz ve yankısız bir sesin yakınındaydı. Dudakları ise mercan ışığında titriyordu. Çıplaktı, çünkü bilmiyordu giysileri...
Tren saatini beklemeye başlamıştım...
Varşova’da Bristol Oteli’nden ayrıldım...
Vera’nın uykudan uyanışını o gece şairden dinledim.
Yağmurda bir beyaz taş gibi parıldayan kadını Pablo’nun kolunda gördüm.
Varşova caddeleri bomboştu....
Bir ölüm anını hiç düşünmeden belki de Attila József’le konuştum.
“Tren alıp götürüyor beni. Sana geliyorum./ Kimbilir belki bugün kavuşmak üzere./ Alnımdaki yangın söner böylece./ Ve belki şöyle diyeceksin tatlı fısıltınla: Git yıkan, ılık suyu açtım/ AI bu havluyu kurun./ Karnın açsa, ısıt eti ye./ Yatağın her zamanki gibi benim yatağım.”

***

Önüme bir fotoğraf, yüreğime hüzün düştü...
Yağmur gece yarısı başlamıştı. Bu kez bir evin balkonundan Şopen Sokağı’na bakıyordum. Kayıp yakınları yürüyordu... Mavi balıklı bir afiş delik deşik olmuştu...
Mavi gözlü bir güzel kadın ise yılların içinden bir çiçek gibi ılık sesiyle telefonda konuşuyordu biraz hüzünlü:
“Saçlarını maviye boyamış dün gece. Sabah saat dokuzda da çıkıp gitti.”
Yağmur damlacıkları balkonu ıslatmıştı. Ben Şopen Sokağı’nda olup bitenleri şaşkınlıkla izlerken bir kız geçti simsiyah saçları ve iri kara gözleriyle Andre Breton’u çıldırtırcasına.
Hava görklü bir barbunya rengindeydi.
Şopen Sokağı’nda insanları kurşuna diziyorlardı. Bir kadın
o kan gölü içinde sevgilisine sesleniyordu:
“Seni öyle özledim ki dün gece mutlaka yanımda olmalıydın...”
Şopen Sokağı’nda kadınlar ve çocuklar ağlıyordu. Mavi gözlü şair ise öfkeli ve üstelik hüzünlüydü...
Şopen Sokağı’nda mermiler uçuşuyordu...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları