Erinç Yeldan

‘Sol’un değerlerine sahip çıkmak

07 Şubat 2018 Çarşamba

Dünya “uzun” yirminci yüzyıl boyunca iki büyük savaş ile sayısız bölgesel ve iç savaşlara tanık oldu. Hemen bütün bu savaş konjonktürünün önkoşulları arasında kapitalist birikim rejiminin tıkandığı ve iktisadi krizlerin yoğunlaştığı dönemler yoğunluktaydı. İktisadi krizlerin yarattığı sosyal ve siyasi gerginliklerin, ırk, mezhep, etnik ve cinsiyete dayalı ayrımcılık ile doğrudan toplumsal şiddete dönüşmesi kaçınılmaz oldu.
Günümüzde de kapitalizm, dünyamızın ekonomi / politik sistemini savaş konjonktürü olmadan sürdüremez konumdadır.
Bu arada bir toplumsal algı yönlendirmesi olarak uygulanan medya terörüyle birlikte birçok toplumbilimi kavramının içeriği boşaltılmış; emeği ile çalışan yığınların sahip çıkması gereken değerler sistemi itibarsızlığa itilmiştir. “Emperyalizm” sözcüğünü yerine “küreselleşme”; “faşizm” yerine “popülizm”; “parasal genişleme” yerine “miktar kolaylaştırması”; ya da “sınıflar” yerine “aktörler” ve benzeri kavramlar 21. yüzyılın neoliberal çaresizliğinin ürettiği kavram karmaşasına birer örnektir.
Bu şiddet ve karmaşa ortamında sol düşün günün sahip çıkması değerler neler olmalıdır? CHP’nin geçen hafta sonu toplanan 36. kurultayının getirdiği heyecansızlık ve atalet duyguları beni bu yazıyı siz okurlarımla paylaşmaya yöneltti.
Her şeyden önce sol, emeğe ve emeğin değerlerine sahip çıkmalı, saygı duymalıdır. Bir “sınıf” olarak emeğin taleplerini kucaklamak, siyaset gündemine taşıyabilmek, sistem-içi ve sistem-dışı önerilerle birlikte toplumsal muhalefete katmak sol bir örgütün temel görevi olmalıdır. Kurultaydan bir hafta kadar önce Selin Sayek Böke ve İlhan Cihaner ekibinin kamuoyuna sundukları “manifestodan” alıntılar ile:
Zamanın ruhu dünyayı ve Türkiye’yi sağ siyasetin değerleriyle okuyan değil, sınıf temelli, emekten yana, kendi ideolojik çizgisi ve toplum talebi konusunda net bir sol siyaseti çağırıyor. (...) Bir kitle partisinin kapsayıcılığı da, ‘ideolojik belirsizlik’ tuzağına düşmeden, temel ilkelerini net olarak tarif etmekten ve bu ilkelere dayalı bir gelecek hayalinde toplumu ortaklaştırmaktan (geçiyor). ‘Sol siyaset’ ... kendi kimliğine yabancılaşan değil; kendisi olarak, mevcut düzeni değiştirmek iddiasında olmalı(dır).”

***

Sözlerimizi Türkiye ekonomisine getirir isek; ulusal ekonominin bugün acil çözüm bekleyen en önemli sorunu işsizlik, özellikle genç işsizlik ile mücadele sorunudur. Buradan hareketle daha tartışmalı bir konunun altını çizelim: Yüksek enflasyon elbette önemli sorunlarımızdan birisidir. Ancak enflasyonla mücadele, talep daraltıcı, “kemer sıkma ( = austerity)politikaları aracılığıyla değil, istihdam artışlarını odak noktasına koyan arz yönlü - genişleyici makro ekonomik politikaları ve bunun için gerekli hukuk - eğitim - teknoloji ve kurumsal reformların uygulanması aracılığıyla sürdürülmelidir.
Unutmayalım ki enflasyon öncelikle finans burjuvazisinin baş düşmanıdır. Zira finansal varlıkların fiyatları enflasyon nedeniyle anında düşmekte ve finansal sistemin kazançları gerilemektedir. Bu bakımdan enflasyonun toplumun biricik ve en önemli düşmanıymış gibi gösterilmesi aslında finans sermayesinin öncelikli gündemidir. Bu doğrultuda, “her ne pahasına olursa olsun enflasyonu yüzde 5’in altına düşürelim” saplantısı bir toplumsal fobi haline dönüştürülmüş ve merkez bankalarının makro istikrarı savunma görevi ve elindeki para politikası araçları gereksiz yere daraltılmıştır. Merkez bankaları, istihdam artışları da dahil olmak üzere, kapsayıcı bir makroekonomik genişleme programının izleyicisi olmalıdır.
Bugün Türkiye ekonomisinin önündeki en önemli yapısal sorun, ulusal ekonomiyi yurtdışı sermaye girişlerine ve dış borçlanmaya bağımlı hale getiren mevcut makro ekonomi programıdır. Kökenleri 1980’lere değin uzanan bu “neoliberal - küreselleşme” reçetesi, Türkiye ekonomisini yurtdışından sermaye girişleri olduğu sürece büyüyen, sermaye girişleri yavaşladığında da küçülen, bağımlı bir yapıya büründürmüştür. Bu yapının kırılması için, merkez bankaları da dahil olmak üzere, tüm ekonomi birimleri yurtiçi tasarrufların üretken sermaye yatırımlarına dönüştürülmesi amacını güden kredi tahsisi, istihdam, teknolojik ilerleme ve kamu sektörü önceliğinde bir inovasyon ve sanayileşme atılımının öncü örgütleri olarak görevlendirilmelidir.

***

Son söz: Sermaye yanlısı neoliberal politikalara karşı, emeğin çıkarlarını gözeten radikal bir anlayışla neoliberalizme teslim olmayı reddetmeliyiz; aykırı düşünmekten korkmamalıyız; neoliberalizmin yıkıcı sonuçlarına karşı gelişen toplumsal muhalefeti şoven-milliyetçi duyguların hamaseti üzerinden değil, emeğin geleneksel değerlerine sahip çıkarak gerçekleştirmeliyiz. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları