Hikmet Çetinkaya

Sesler ve küller...

13 Şubat 2018 Salı

Bir çocuktu o...
Gözlerinde tarifsiz sıkıntılar vardı. Gözlerinde bir başka anlam...

Onu televizyon ekranlarında gösterdiler sık sık. İki parmağıyla zafer işareti yapıyordu. Kalabalıkların ortasında yüzünü kırmızı bir bezle gizliyordu...
O çocuğu, o çocukları meydanlarda tanıyalı yıllar olmuştu. Karadeniz’de fındık, çay mitinglerinde; Ege’de üzüm, tütün mitinglerinde, o yıllar yüzlerini kırmızı bez parçasıyla saklamazlardı.
Yıllar geçti, o 17-18 yaşlarındaki çocuklar büyüdü çoktan. 50’li yaşlarına merdiven dayadılar. Kimilerinin sapsarı saçları, mavi gözleri beyazın orta yerinde seslere, küllere karıştı.
Bilmem o çocukları en güzel Behçet Aysan mı anlattı?
“İpince ipekten gece
hışırtısı yırtılır gibi
çalıyor sessizliğin kampanası
dışarıda afiş asıyor çocuklar
uzaktan silah sesleri geliyor
kal diyor, bir kadın sesi gitme kal,
ve patlamaya hazırlanıyor leylaklar...
Kalbimde.”
Yüzyıldır ülkemizde güzel bir gelecek için seslere ve küllere, zincirlere ve ölümlere, bütün acılara göğüs geren çocuklar yine bir televizyon kanalında beni hüzün yüklü bir yolculuğa çıkarıyor...
Tüm aşklara meydan okuyorum inatla, kapanmış bir sürgüyü açmaya çalışıyorum...
Hapishanelerden gelen mektupları okuyor, kulakları sağır eden çığlıkları duyuyor, gözü yaşlı anneleri, babaları, kardeşleri bir başka zaman tünelinde görür gibi oluyorum...
Ben o çocuğu, o çocukları çok iyi tanıyorum...
Diyorum ki:
“Puslu bir gündü, yıldönümü Nagazaki’nin
ve taşıyordum yanımda tıp kitaplarıyla
radyoaktivite’yi,
genişletiyordum gülüşünü
güzelim bir kız çocuğunun
sarışın, gözleri çimen yeşili
bu çocuk da ölebilirdi
kalırdı sadece
yeşil bir çuhada kırmızı kan izleri.”

***

Gökyüzünün gölgesinde bir genç kız coplara karşı koruyor kendini...
Bir delikanlı tekmeleniyor, sonra kaldırım kenarına yüzükoyun yatırılıp bırakılıyor...
Yerlerde sürükleniyor çocuklar, otobüslere bindirilip götürülüyor...
O gece çocuklar gözaltında sorgulanıyor. Artvinli Nuray belki evlerinin içindeki paslı tenekelerdeki fesleğenleri düşünüyor...
Bir polis memuru sorgularken Nuray’ı, alaycı bir bakış fırlatıyor:
“Karadeniz’den PKK’li mi çıkar kız zilli!..”
Dışarıda yoğun bir sis var ama görülmüyor...
Nuray, Ahmet ve diğerleri...
Uğur, Can, Zübeyde, Salih, Aslı ve polisler...
Büyüyen bir sessizlikten kimse haberdar değil...
Ama ben o çocukları tanıyorum. Gözlerindeki yaşamın ağır çizgisini dün de gördüm bugün de görüyorum...
Kırık yıldızların arasından kırık acıları topluyorum...
Bu saatlerde martılar dönüyor, yorgun denizler yeni düşler kurmaya hazırlanıyor...
Bense Thiago de Mello’nun bir şiirini mırıldanıyorum:
“Bu yasaya göre
yasaklanmıştır özgürlük sözcüğünü kullanmak,
ağzın aldatıcı pisliğinden
ve sözcüklerden kaldırılacaktır.
Bu yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte
diri ve saydam bir şey olacaktır özgürlük
Ateş gibi, ırmak gibi,
bir buğday tanesi gibi
ve insan yüreğine yerleşecektir.”

***

Bir çocuktu o...
Ben o çocuğu, o çocukları tanıyorum...
Bizler ne verdik onlara, bizler hiç dinledik mi onları, çözüm aradık mı sorunlarına?
Karadeniz’de, Ege’de tanıdım onları yıllar önce...
Onlarla beraber büyüdük, onlarla birlikte sevdik...
Sevdayı o yıllarda tanıdık, kuytu köşelerde seviştik...
Pablo Neruda’dan şiirler okuduk, Cesare Pavese’yle tanıştık, meydanlarda halkımızla birlikte çoğaldık...
Yerde çiçek, gökte yıldızdık. Bir gün darmaduman olduk...
Televizyon ekranında zafer işareti yapan çocuk, umudun umutsuzluğa dönüşeceğini biliyor muydu? O şiirlerle dolu olan bir yüreğin içinde yaşamı seviyor muydu?
Sorular giderek çoğalmaya başladı...
Balkona çıktım, göğe baktım ama yıldızlar yoktu, yerdeki çiçekler koparılmıştı...
Kahroldum!..



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları