Hikmet Çetinkaya

Nerval’in hikâyesi

20 Şubat 2018 Salı

Hava soğuktu, kaloriferler yanmıyordu...
Bir genç kız düş kuruyordu pencereden kararan göğe bakarak...
Diyordu ki:
“Israr ediyorum, benim hikâyemi yanlış yazdınız...”
O kara gözlü, kara saçlı kız, Wystan Hugh Auden’i okumuş muydu yoksa?
Kimine göre ufak bir çocuktur aşk, kimine göre bir kuş...
Genç kız o gün ne denli heyecanlıydı, ne denli uçarıydı kim bilir?..
İşte o anda yüreğinde bir şeyler koptu. Kendini bir bilinmezin içinde buldu...
Gerard de Nerval, genç kızın yazdığı pusulayı okudu.
Siyah saçlı, siyah gözlü kızı bir yerlerde görse tanıyabilir miydi?
Kızın yazdığı pusulayı okudu:
“Israr ediyorum, benim hikâyemi yanlış yazdınız. Görüşmek üzere...”
Müzik kutusuna Weber’in bir kasedini koydu... Hava soğuktu, kaloriferler yanmıyordu...
Genç kız üşüyordu...
Belki kurduğu düşte “o adam” vardı. Belki Gerard
de Nerval’in camları kızıla çalan renkleriyle yanıyordu...
Aynı anda bir başka mekânda Nerval, ay ışığında şiir yazıyordu:
“Kömür gözlü bir kumral en üst pencerede; Eskidir geçmiş zaman esvapları eski. Görmüşlüğüm var bu kadını; ama nerede? Hatırlıyorum, başka bir hayatta belki...” Zaman ne denli çabuk geçiyordu...
Hüzün ve sevda bir akşamüstü kendi türkülerini söylüyordu. Rainer Maria Rilke yalnızlığı yağmura benzetiyordu.
Galiba doğruydu!
Yalnızlık akşamları denizlerden yükselirdi, uzak ıssız ovalardan eser ve kentin tam göbeğine düşerdi...
İnsanlar karşılıklı nefretler içinde değil miydi?
Ben Nerval’e bir pusula gönderen o siyah saçlı, siyah gözlü kızın “yanlış yazılan hikâyesi” üzerine düş kurmaya başladım. Gece yıldızsız bir gök altında Wallace Stevens’in dizelerinden yola çıkıp Cemal Süreya’nın gülünü koklayıp sokak ortasında yitip gitmeyi denedim...
Dedim ki:
“Ne geceyle ben; seninle ben, yalnız/ Yapayalnızız, o denli birbirimizle,/ Delice ötesinde, bilinen yalnız olmaların.
Gece arkamıza düşen karanlık sade,/ Sonuna dek yalansız/ Birbirimize yansıttığımız sonsuz ışık da.”

***

Elimde Cemal Süreya’nın yetişkin gün ışığıyla “yanlış yazılan hikâye”nin ipuçlarını aradım... Gerard de Nerval’in yakalayamadığı hüzünleri, sevdaları, sevinçleri 15 yaşındaki gözleri miyop kız çocuğunda yakalayıp ona İyonya öykülerinin kahramanlarını anlatmaya çalıştım...
Hava soğuktu, kaloriferler yanmıyordu...
Siyah saçlı kız, Nerval ve ben yoksa üşüyor muyduk?
Hikâye yanlış yazılmıştı, öyle olmamalıydı ve biz hiç üşümemeliydik...
Demeliydik ki:
“Sen el kadar bir kadınsındır.
Sabahlara kadar beyaz ve kirpikli.
Bazı ağaçlara kapı komşu,
Bazı çiçeklerin andırdığı.
İşbu kadarla bitse iyi;
Bir insan edinmişindir kendine,
Bir şarkı edinmişindir bir umut.
Güzelsindir de oldukça, çocuksundur da
Saçlarınla beraber penceredeyken
Besbelli aradığından haberli
Gemiler eskirken, deniz eskirken limanda sevgili.”

***

Tam bir haftadır kara gözlü, kara saçlı kızı düşünüyordu Nerval...
Diyordu ki:
“Ne kadar güzel gülümsemişti bana!..”
Tam o sırada Cemal Süreya gülümsüyordu: “Sen kalabalıkta bulup bulup kaybettiğim kimya...”
Angelos Sikelianos bir açık pencereye yaslanmış bakarken tozlar uçuşuyordu havada...
Lawrence, güneşe doğru büyüyen bir tutku çiçeğinden sevdaları kokluyordu. Akşamın alacakaranlığında bir kadın yavaşça şarkı söylüyordu...
Dışarıda sis vardı ve insanlar koşuşuyordu. İçerisi soğuktu, kaloriferler yanmıyordu....
Nerval yanlış yazılan bir hikâyede doğruları arıyordu...
Yaşam ince çizgilerle aşkları, hüzünleri, sevinçleri topluyordu...
Her şeye karşın yaşamak güzeldi!..
Pencereden kararan göğe bakıp düş kuran genç kız bunun farkında mıydı?..



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları