Nefretle körleşmek

22 Şubat 2018 Perşembe

“Maalesef Finlandiya’da yaşamıyoruz. Orada yaşasak şeytanın ta kendisi bile olsa adil yargılanacağı bir mahkemede cezasını çeksin, adalet hepimiz için önemli derdim” diyor sosyal medyada bir yorumcu ve ekliyor:
“Ama burası Türkiye, hem de en yenisinden! Ve ben objektif düşünemiyorum. Bu sebeple yıllarca yazarlık, gazetecilik değil tetikçilik yapmış, gazetesinde ‘Fatih Cami bombalanacaktı’, ‘Teşekkürler Zekeriya Öz’ vb. gibi manşetler atan, masum askerlerin, akademisyenlerin tutukluluğuna alkış tutan bu Altan’lardan kurtulmak iyidir!
Sizi anlıyorum, ideal bir ülkede olması gerekenlerden bahsediyor, karşımızda hazzetmediğimiz bir yazar da olsa adil yargılanma olmalı, adalet ve şeffaflık esas olmalı diyorsunuz, eyvallah doğrusunuz!
Ama.... biz o ideal coğrafyada yaşamıyoruz, burası Ortadoğu. Hem de artık, eskisinden fazla Ortadoğu! Bu tetikçi Altan kardeşlere, Türkan Saylana yaptıkları ve hedef gösterdikleri onlarca masum insan için üzülemiyorum!
Siz ne kadar haklı da olsanız, adaletin önemini kabul etsem de yıllardır o kadar dolmuşuz ki, bilerek ve isteyerek bu adamlara ‘beter olun’ diyorum!” (Ekşi Sözlük)
Altan’lar ve Nazlı Ilıcak’ın “ağırlaştırılmış müebbet cezasına” muhalifler arasında “bilerek ve isteyerek” böyle alkış tutanlar, “kin-öfke”de yandaşları solluyor.
Alıntıya, Ilıcak ve Altan’larla yürek soğutan muhaliflere çevremde de sık rastladığım bir örnek olduğu için yer verdim.
 
Adalet yerine intikam
Yukardaki satırların yazarı “adalet” ve “intikamın” farklı şeyler olduğunun ayırdında. “Finlandiya’da olsaydık adaleti isterdim. Ama burası Ortadoğu. Bizi intikam keser!” demiş özetle.
Niye?
Çünkü “böyle gelmiş böyle gider” diye düşünüyor. Güçlünün aşırı güçlü, zayıfın aşırı zayıf ve korumasız olduğu bir düzende tarafsız yargı ile adaletin hiçbir zaman gerçekleşemeyeceğini varsayıyor. “O zaman göze göz dişe diş intikamla yetineceğiz” diyor: “Madem öyle işte böyle!”
Milattan 1700 yıl önceki Hamurabi döneminde olduğu gibi tıpkı...
Modern dünya oysa aradan geçen uzun yüzyıllar sonunda, kutsal kitaplarda da hep savunulagelen “kısasın” üzerine çıkmış. Laiklik, demokrasi, insan hakları mücadeleleri aşamaları sonunda, adaleti intikamdan ayıran büyük bir birikim oluşmuş. O “birikim” -ilkelliğe karşı- modernleşmenin de özeti aynı zamanda. “Bize uymaz, böyle kalsın!” diye birikimi reddettiğinizde, modernleşmeyi de kökten reddetmiş oluyorsunuz.
Mesele bir “Finlandiya ütopya”sı değil özetle.
“Göze göz... sadece herkesi kör etmeye yarar!” diyen Gandhi de mi “Finlandiyalı”ydı?
Neredeyse yüz yıl önce bunları söylemiş bir Hint bilgesini de rehber alamayacak mıyız?
 
Yel üfürsün, sel götürsün
Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan... hesabı, “burada nasılsa adalet gerçekleşmez” diye mi acaba bu kadar nefret var yoksa bunca nefret olduğu için mi bu kerte intikam susamışlığı var bilmiyorum. Ama TV dizileri bile bizde “intikam” üzerine kurulu. Nefretin sınırı ise hiç yok. O mahalle ve bu mahalle tanımıyor. Her mahalleden üzerimize “senin ölümün benim yaşamımdır/mors tua vita mea” şehvetiyle, “Çukur” nefreti boşaltılıyor.
Mesut Yılmaz’ın 38 yaşındaki oğlu Yavuz Yılmaz, örneğin intihar ediyor. Arkasından “Babası da bu değirmene su taşımıştı. Kimsenin ahı kimsede kalmaz” diye yazıyorlar.
Baykal emboli ameliyatı oluyor. “Gelinen noktanın baş sorumlusuydu. Umrumuz olmaz!” diyorlar.
Kadir İnanır beyin kanaması geçiriyor. “Eski akil adam. Baktık ne aklı varmış. Ne adammış. Aman yel üfürsün sel götürsün!” diye esiyorlar.
Hastalık, düşkünlük, acz, felaket, ölüm, baba-oğul ayrımı fark etmiyor.
Kılıçdaroğlu’nun askere giden oğlu için “Gitsin Afrin’de savaşsın. Alevi’den şehit olmaz. Olsa olsa niyazi olur. Bir Kılıçdaroğlu’ndan kurtuluruz!” nefreti kusuyorlar.
Kötücüllükte yarış var.
Levent Kırca, Tarık Akan...
Göz önünde kim varsa, nefret söyleminden payını alıyor.
Kutuplaşmış ve “tolerans sevmeyen” bir toplum, yukardan bir de “Acıma! Acırsan acınacak hale gelirsin” komutunu alınca; adeta topraktan nefret fışkıracak noktaya geliyor.
Birilerinin “Yeter!” demesi lazım: “Cümlemiz körleşmeden önce bir soluk alalım ve biraz yaralarımızı saralım!”
Ama oradan heyhat çok uzaktayız.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları