Hikmet Çetinkaya

Denizi çiz benim için

27 Şubat 2018 Salı

Çocuklar oynuyor bahçede...
Ellerinde topaçları yok, çemberleri de...
Hiçbiri dört taş oynamayı bile bilmiyor, ‘cambalık’ ya da ‘bilye’ düşlerine girmiyor... Ellerinde oyuncak tabancalarla su fışkırtıyorlar birbirlerine. Sonra koşuşturuyorlar durmadan...
Balkondan onları izliyorum kendi çocukluk maceralarımı anımsayarak. Anadolu kentlerine, kasabalarına yolculuk yapıyorum kimselere haber vermeden...
Bir sevda bulutu gülümsüyor o anda; bir kız yaklaşıyor saçları menekşeli...
Aşkın burukluğu yüreğinde hüzün uçurtmalarını havalandırıyor kızın, bir kaçışın amansız rüzgârında.
Erken aşklar bahçesi güzel bir günle buluşuyor; bahçıvan kırmızı gülleri suluyor, hanımeli gözünü açmış sarı gülücükler savuruyor...
Bir dost eli arıyor adam, Homeros destanında başlayan bir öyküyü kovalıyor genç bir kadın.
Belki de Zeus soyundan kalma aşklarla avunuyor ikisi de...
Ben onu bir sokakta görüyorum, turuncu desenli elbisesiyle. Gözlerini yakalıyorum bir akşamüstü fırtınadan önce.
Ve ben ona diyorum ki:
“Buraya denizi çiziyorsun ya
Kayıkları çiziyorsun geride
Umudu çiz alın yazısını çiz
Ayazı da çiz alın terini de...”
Bakışları mevsim mevsim oluyor, bakışları sanki dağ çiçeklerini suluyor...
Birden koşmaya başlıyor denize doğru... Ben arkasından sesleniyorum:
“Balıkçıları çiz balıkçıları
Geceyi de çiz doğacak günü de
Yoksulluğu çiz çaresini de çiz
Sömürüyü de çiz sömürüyü de.”

***

Çocukların gözlerinde büyüyor yalnızlığım; yağmurlu bir gecede hüzünleri topluyorum; kurşun gibi ağır balıkçı ağlarında bir başka zaman dilimi içine gidiyorum...
İşte o akşam Necati Cumali’nin Türkçesiyle Guillaume Apollinaire’yi okumaya başlıyorum...
Geride benim çocukluğum duruyor; Salihli’de bir ağustos akşamı İnci Sineması’ndan çıkışta, İstasyon meyhanesinde babamı görüyorum...
Üzüm bağlarında karşılaştığım ilk aşkım, Altınordu İlkokulu’nun bahçesinde Safiye Öğretmen’e aldırış etmeden bana bakıyor, Susurluk Parkı’ndaki sevgili güvercinleri salıyor gökyüzünün maviliğine, özgürlüğe...
O anda gördüğüm siyah deri ceketli, mavi gözlü delikanlının ‘mavişim’in ağabeyi olduğunu dün gibi anımsıyorum...
Apollinaire benim 13-14 yaşlarında tanıdığım çocukluk, gençlik ve orta yaşlılık şairim...
Ellerimde gölgesi öne düşen bir mızrak; salınan gölgeleri ay altında selviler; beni Alsancak Garı’nda sabahlatıyor...
Uyuyan bir yürek bu kez sevinçlerle uyanıyor...
Bahçede bir şeftali ağacı bana gülümsüyor...
Çocuklar ellerinde su fışkırtan oyuncak tabancalarla koşuşturuyor...
Bense balkonda onları izliyorum, kendi düş penceremden bir yerlere sesleniyorum:
“Bakışların inen bir dizi buluttaydı / Öksüz bir gemiyle ateşli geleceklere yollanan / Bütün bu yanıp yakınmalar bütün pişmanlıklar / Hatırında mı?”

***

Haydi denizi çiz benim için...
Çocukluğumu anımsat, topaçlarımı, cambalıklarımı, bilyelerimi getir koy önüme...
Buraya denizi çiziyorsun ya, suları maviye boyuyorsun, kayıkları koyuyorsun üstüne, balıkların iri görüntüsünü, sabahın serinliğini koyuyorsun, ağları çiziyorsun martıları, sonra martıların gürültüsünü; haydi beni çiz, beni sev ama ne olur oyalama!
Bu sabah bir başka bak bana, biliyor musun ağlaya ağlaya vurdum kapına!
Bakışların bir noktada kilitlenmiş, gözbebeklerin kısık lambalara benziyordu...
Denizden gecelerde bak yorgun düştüm...
Haydi denizi çiz, özgürlüğü, aşkı, yaşamı; beni çiz, sevişmeyi çiz, bekletme!..



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları