Hikmet Çetinkaya

Aşkın gözü kördür...

01 Mart 2018 Perşembe

1941 savaş yılları artık geride kaldı...
Balkona açılan kapının önündeyim...
Gözlerim seni arıyor ama yoksun!..
O anda bir sesle kendime geliyorum: “Gizemli ülkeler bilirim ben, sevinçli masallar ama sen bilmezsin...
Ansızın Nikolay Gumilyov görülüyor ve sonra da kayboluyor...
İçimde bestelenmemiş şarkılar vardır o saatlerde; içimde resimlerden derlediğim çocuklar...
Gelincikler arasında yürürüm kimse görmez.
Aldatılmış ve o geçmek bilmeyen zamanın içinde dolaşırım...
Ne tövbekâr olmak isterim ne de küllerle örtmek başımı...
Olduğum gibi kalmak yakışır bana...
Ama sen hiç öyle değilsin!..
Renkli bir gemi yelkenine benziyorsun uzaktan.
Akan bir su gibisin ya da bir kuşun sevinçle uçuşunu anımsatıyorsun.
Sen Samuil Marşak’ın dizelerinde, yağmurdan sırılsıklam olmuş bana gülümsüyorsun.
Bilir misin suçlanmaz hiç kimse, eşittir tüm insanlar...
Pembeleşen bir enginlikte uyandığında günbatımı senin gözlerindir...
Bak şu sözü hiç unutma:
Çocuklar yaşamaz, yaşamaya hazırlanır...
Ben sana hiç anlatamadım bunları. Hiç uyandıramadım seni düş kurmaktan.
Unutma her şey ölümdür karada ve denizde; fakat daha acımasızdır insanın yazgısı...
Bunların hiçbiri düş değil, gerçektir...
Balkona açılan o kapıda çiçekleri artık ben suluyorum sana inat.
Bahçedeki kiraz ağacı artık bana gülümsüyor sadece...
Lorca’dan şiirler okuyorum sensiz...
Çocuklar, uzakta bir noktaya bakıyor; kandiller sönüyor, kör kızlar Ay’ı sorguya çekiyorlar...
Havada hıçkırıklar, ağlamalar yükseliyor...
Dağlar uzakta bir noktaya bakıyor, zamanın izleri yitiyor...
İstersen gözyaşlarını sil, istersen koş gel, kapım açıktır sana...

***

Ateşli bir yara savaş günlerinden...
Kurşunun delip geçtiği yerde bir kabuk var şimdi. Kuzeyli bir köylü kadın gülümsüyor bana. Hal hatır soruyor. Leningrad yakınlarında bir düş görüyor. Orası kesin.
Aleksandr Prokofyev’le tokalaşıyor. Omzundaki yaranın acısına aldırmadan...
ilkyaz yemyeşil ekinlere vuruyor...
Semyon Gudzenko, halkın zaferini, faşizmden kurtulan ülkelerin yazgılarını yeni ve taze güçle anlatıyor çocuklara...
Ben çiçekleri suluyorum...
Bilir misin ölüme giderken türkü söylenir, ama daha önce ağlanabilir...
Acılı, ağır 1941 yılı ve karlar arasında donup kalmış piyadeler...
Bir patlama...
Can çekişiyor teğmen...
Fakat artık sabrımız yok beklemeye...
Korkunç bir düş bu!
Uyandığımda sırılsıklam terlemiştim...
Yuliya Drunina’nın sesiyle irkildim birden:
Bilmiyorum nerede öğrendim inceliği,
Bunu hiç bana sorma.
Bozkırda çoğalır asker mezarları
Yürür gider gençliğim bir kaputta...
Şimdi ben balkona açılan kapının önündeyim ve seni arıyorum...
Havada hıçkırıklar, ağlamalar yükseliyor...
Gelmeyeceğini çok iyi biliyorum...
O zaman dinle:
Gitara
ağlatır düşleri, düşünceleri
Yitik canların
hıçkırıkları
dökülür yuvarlak ağzından
Kocaman bir örümcek gibi
bir yıldız örer
iç çekişmeleri avlamak için
kara sarnıcında
ağaç sarnıcında
dalgalanan iç çekişmeleri.
Hava sıcak ve ben yorgunum...
1941 savaş yılları, alevler içinde çatırdayan Rusya...
Gözlerimde kömürleşmiş bacalar...
Ben yıllar sonra işte oralardaydım...
Balkondaki çiçeklerde güleç yüzlü kadınları arıyorum...
Artık sen de yoksun alın yazım!
İç çekişler ve çığlıklar yükseliyor Lorca’nın rüzgârında...
Mor bulutlarda sevdalar dolaşıyor...
Bense çiçekli portakal altındaki aşkı düşünüyorum...
Biliyorum ki aşkın gözü kördür...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları